Hani bazen ne söyler- seniz söyleyin bir türlü anlatamazsınız, işte dershaneler konusu da böyle bir şey.
Cumhur- başkanı Erdoğan, çocuklarımıza yaşattığı eziyet nedeniyle, yıllarca dershanelerin kapanmasını savundu.
Çocuklarımız, okul dışı saatlerini, özgürce yaşasınlar, spor yapsınlar, sanatla ilgilensinler, aileleriyle geçirsinler dedi. Çünkü soran, sorgulayan, ayakları yere basan nesiller yetişsin istiyordu...
Peki, ne oldu? Dershaneler kapandı mı?
Hayır, hayır, hayır...
Bırakın kapanmayı, her köşe başı bir dershane oldu.
Değişen, sadece ismi oldu. Sayıları ise üçe beşe katlandı.
Çünkü tüm okulların dershaneye dönüşmesi yetmediği gibi, belediyeler de bu kervana katıldı...
Birileri bu konuda, görünen o ki, devletin en üst makamına yeterince bilgi vermiyor.
Eğer veriliyor olunsaydı, dershane konusu bu kadar istismar edilmezdi!..
Boşuna yarış!
Giriş sınavları, eğitim ve öğretimin kazandırmaya çalıştığı yüzlerce hedeften sadece biri.
Yani amaç değil, araç.
Bir üst öğretim kurumuna öğrenci seçmeyi, öyle de yaparsınız, böyle de.
Pek çok ülkede bizimki gibi merkezi sınavlar da yok, dershaneler de.
Peki, onlarda eğitim bizdekinden daha mı kötü?
Kesinlikle hayır. Hatta çok daha iyi.
O zaman bizim bu sınav ve dershane sevdamızın arkasında yatan ne?
Bu sistemin kazananı kim?
Neredeyse kırk yıldır bu konuda umut tacirliği yapıyoruz.
Sanki dünyanın her yerinde ilkokula başlayan her öğrenci üniversiteye gidiyormuş gibi öğrencilere de, velilere de hayal satıyoruz. Eğitim sistemimizi ona göre dizayn ediyoruz.
Tüm öğrencileri üniversite önüne yığıp, sınav hakkı tanımakla sanki onlara iyilik yapıyoruz!..
Oysa en verimli çağlarını adeta heba ediyor, hayallerini yıkıyor, üç beş kişiyi sevindirirken, üç beş bin kişiyi küskünler ordusuna katıyoruz...
Peki, herkesin üniversite hakkı olmamalı mı?
Elbette olmalı ama önce bir meslek kazanmalı ve sonra da önleri gidebildikleri yere kadar açık olmalı!..