Ataerkil bir toplum- dan geldiğimiz için her şeyin en iyisini
bilirim edasıyla, ben yaptım oldu demeye bayılıyoruz.
Evde baba, askerde komutan, işyerinde müdür, okulda öğretmen,
siyasette lider, maçta hakem ne derse, o oluyor.
Belki bazı meslekler ya da bazı ortamlarda tek ses olma zorunluluğu
var ama ona rağmen arayışlar sürüyor.
Örneğin, maçlarda tek hakem yetmedi ki yan hakemler, masa hakemleri
derken şimdi de sanal hakemler geldi...
Ama eğitim söz konusu olduğunda, ben ne istersem o olur dayatması
içerisine girmekten asla vazgeçmiyoruz.
En tepeden en aşağıya doğru, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, YÖK
Başkanı, ÖSYM Başkanı, Milli Eğitim Müdürü, Okul Müdürü ne derse o
oluyor.
Peki ya diğer paydaşlar, örneğin öğretmen, öğrenci, veli ne
düşünüyor, bu kimsenin umurunda değil.
Müfredat programı ya da yeni bir sınav sistemi hazırlanırken
öğretmenden görüş alınması gerekmez mi?
Kesinlikle gerekir, çünkü o müfredatı uygulayan da öğrencisini
sınavlara hazırlayan da onlar.
İnanmadığı bir sisteme nasıl sahip çıkabilir ki?..
Yine aynı şekilde, öğrenci de tıpkı öğretmenler gibi, eğitim
sisteminin ve sınavların en önemli paydaşıdır.
İnanmadığı bir sınava deli gibi çalışsa da yüksek puan almanın
ötesine geçiremezsiniz.
Peki ya veliler?
Öğretmen-Öğrenci-Veli sacayağının olmazsa olmazlarından
biridir.
Hangi müfredat programı hazırlanırken ya da yeni bir sınav sistemi
getirilirken onların görüşüne değer verildi ki!..
Şimdi birileri çıkıp, eğitim bir uzmanlık alanıdır. Veliler ne
anlar bu işten diyebilir.
Onları haklı bulan, alkışlayan da fazlasıyla olur.
Peki ama bu kararları alanlar, eğitimi yazboz tahtasına çevirenler
ne kadar bu işin uzmanılar?
Eğitim konusundaki birikim ve tecrübeleri nedir?..