Amerika’yı Amerika yapan en önemli parametrelerden biri de en
iyi 10 üniversitenin 8’inin Amerika’da olmasıdır.
Yine aynı şekilde Çin, İngiltere, Almanya, Kanada, Rusya ve benzeri
ülkeleri hemen her açıdan güçlü kılan faktörlerin başında da ilk
100’de üniversitelerinin bulunmasıdır.
Bilimsel üretkenlikle kalkınmışlık arasında çok güçlü bir
korelasyon var.
Yani bilimde, teknolojide, Ar-Ge’de ne kadar söz sahibiyseniz, o
kadar zengin, o kadar güçlü ve sözünüz o kadar dinlenir oluyor.
İşte bu noktada, onların karşısında çok daha dik durmamız ve eşit
koşullarda söz sahibi olabilmemiz için daha çok bilim üretmemiz
gerekiyor. Bunun için de üniversitelerimizi ilk 100’e sokmamız
şart!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, üniversitelerin yeni öğretim yılı açılış
töreninde dikkat çekmeye çalıştığı konu da buydu.
Üniversitelere, rektörlere, hocalara, öğrencilere, “Altyapı ise
altyapıyı biz kurduk, gerisi size kaldı” dedi ve hedef
gösterdi.
Dün de dile getirdiğim gibi tanıdığımız Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk
500’le yetinmezdi, onu ilk 500’e kim razı etti bilmem ama çıtayı
hızla yükseltmeliyiz!..
Peki, bu o kadar zor mu?
Evet, pat diye olmaz ama eğer istenirse, bu, 10 yılda
gerçekleşebilir!..
Peki ama nasıl?
Her şeyden önce, ilk 100’e girebileceğimize inanan bilim
insanları ve üniversitelerin olması gerekiyor.
Yok mu? Fazlasıyla var.
Dünyanın en iyi üniversitelerinde doktora yapan, görev alan o kadar
çok hocamız var ki, hadi gelin ilk 100’ü zorlayın desek, emininiz
ki hepsi koşturacaktır.
Ama önce bunun için buna niyetli üniversitelerin ve rektörlerin
olması gerekir.
İş o noktaya gelirse eminim ki, üniversite de çıkacaktır rektör
de!
Nasıl ki otomobil üretecek babayiğitler aradıysak, ilk 100’e
girecek babayiğitler de aramalıyız!
Ve emin olun bu konuda daha çok babayiğit bulunacaktır!..
Bu konuda ilk 100’e girmeye aday en az 5 üniversite bulabilir ve
bunlardan biri ya da ikisinde de karar kılabiliriz.
Rektör ve bilim insanlarımıza gelince onlar da yok değil!
Bu konuda da yine en az 5 tane isim sayabiliriz.
Hatta çok daha fazlasını sıralamak mümkün.
Sonrasında ise ilgili üniversiteleri sırtındaki kamburlardan
kurtarıp, geleceğe odaklamak kalıyor ki bu da o kadar zor
değil!
Bugünkü düzende herkesin kafası karmakarışık.
YÖK, TÜBİTAK, TÜBA, ÖSYM gibi kurumlar ancak günü kurtarmaya
çalışıyor.
İlgili bakanlıklardan bu yönde bir şey beklemek ise abes olur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki hissiyatını bildiğim için,
zaman zaman, mevcut rektörlere, “İlk 100’e aday olun, Ankara’dan
her türlü desteği görürsünüz” dediğim çok oldu. Ama cesaret edeni
gördüm desem yalan olur. Çünkü o koltuğa aday olmaları ya da
getirilmelerinin amacı bu değildi!
Bu yüzden, rektör atamaları, hele hele ilk 100’e aday olacak
üniversite ve rektör seçimleri, görevlendirme yöntemiyle değil,
kesinlikle isteğe dayalı olmalıdır.
Çünkü ilk 100 çok zor ve kararlılık gerektiren bir süreç.
İsteklilerin her şeyden önce o donanıma ve vizyona sahip olmaları
gerekir ki araştırmacı kadrosu da ona inanarak peşinden gelsin.
Zaten tüm üniversitelerin bu konuda iddialı olmaları da beklenmez,
dünyanın hiçbir yerinde de böyle bir durum söz konusu değil...
Özetin özeti: İlk 100’e girmeye talibiz diyen üniversitelerimizi
ayakta alkışlamaya talibiz. Eğer bu cesareti gösterecek olan yoksa
da vay halimize!..