2002’de Tayyip Bey’i Genç Bakış’a çıkartacak üniversite bulamamıştık.
Belli ki dönemin YÖK yönetimi, tüm üniversitelere gözdağı
vermişti.
Hangi rektörü arasam, bir mazeret uyduruyordu. Geri adım atacak halimiz yoktu.
Devlet üniversitelerinden vakıflara yöneldik, onlardan da mazeret üretenler oldu.
Sakıp Bey’i aradık.
“Üniversitem sizin, hem de sadece bu hafta için değil, istediğiniz sürece sizin. Konuşandan değil, susandan korkalım” dedi ve Allah rahmet eylesin, yaşamı süresince de ne zaman kapısını çalsak, konuğun kim olduğunu hiç sormadan, üniversitenin kapılarını sonuna kadar açtı. Aynı salonda, pek çok isim gibi Kılıçdaroğlu ile de program yaptık...
“Gonuşan Türkiye”, 12 Eylül sonrası, yasaklı dönemin bitmesinden hemen sonra, Demirel’in sloganıydı.
Herkesi “gonuşmaya” davet ediyordu. Öyle de oldu. Sonraki yıllarda müthiş bir özgürlük ortamı oluştu...
14 yıl boyunca, Türkiye’de öyle ya da böyle söz sahibi olup da Genç Bakış’a çıkmayan kalmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım, başbakan yardımcıları Kurtulmuş, Şimşek, Türkeş ve bakanlar, milletvekilleri, muhalefet lider ve sözcülerinden söyleyecek sözü olanlar hep konuğumuz oldu.
Öğrenciler onları dinledi, onlar da öğrencileri.
Bugüne kadar programa katılıp da mutsuz ayrılanı görmedik. Üstelik en olmadık sorular yönetilmesine rağmen...
Uzunca bir maratona benzeyen bu süreçte, gördük ki konuşmak gerilim yaratmıyor, tam aksine, var olan gerilimi de azaltıyor.
Yeter ki saygı sınırları zorlanmasın, yeter ki herkese eşit söz hakkı verilsin...
Tekrar yazının başına, söz hakkının ne kadar önemli olduğuna bakacak olursak, maalesef değişen çok fazla bir şey yok!
2002’de nasıl ki Tayyip Bey’i çıkartacak üniversiteyi zor bulduysak, görev süresi bitip cascavlak ortada kalan Gürüz’ü çıkartacak üniversite bulmakta da o kadar zorlandık.
Şikâyet edecek sözü olamazdı, çünkü bu yolu kendisi açmıştı!..
Diyalog, diyalog, diyalog
Yıllar önce, köşeme isim ararken, aklıma o kadar çok isim gelmişti ki hangisini seçsem diye günlerce düşündükten sonra, Diyalog’da karar kıldım. Çünkü 12 Eylül öncesini yaşayan bir genç olarak, en büyük eksiğimiz diyalogdu.
Kimse kimseyle konuşmuyordu, yollar, kahveler, gazeteler, üniversiteler, sokaklar, caddeler, marşlar, şarkılar, türküler, kentler, yani neredeyse her konuda kamplara ayrılmıştık.
Biri ak diyorsa, diğeri mutlaka kara diyordu.