Milliyet’te, son 35 yılda, neredeyse 15 yayın yönetmeni
değişti.
Her gelen, hiç istisnasız derin “temizlik” yaptı. Bol bol da adam
attı.
Ve bugün, onlardan hiçbirisi yok!
Oysa, Milliyet’in kurtarıcılara değil, kurumsallaşmaya ihtiyacı
vardı ama hiçbirisi bunu göremedi!..
Milliyet’i, Milliyet olarak güçlendirmek yerine, başka bir gazete
yapmaya, başka kulvarlara kaydırmaya çalıştılar, olmadı!..
Geriye dönüp baktığımızda, eğitim sistemimizin genelinde ve
özellikle de üniversitelerde de benzer rüzgârlar esiyor.
1930’lu yıllarda büyük bir savrulma oldu. 1960’da daha hafifi geldi
ama 12 Eylül darbesiyle yine ciddi “temizlik” yapıldı.
YÖK’ten sonra gelen YÖK başkanları ise üniversitelerle adeta
kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı...
İktidarların üniversitelere müdahalesi de hiçbir zaman eksik
olmadı.
Son aylarda, yine olağanüstü dönemlerdeki “temizlik”lerden birini
yaşıyoruz.
Savrulan, savrulana...
Hoca dediğin öyle üç ayda yetişmez, gerçi Üstündağ’ın bakanlığı
döneminde o da oldu ama iyi bir bilim insanı, iyi bir profesör 25,
30 yılda yetişir.
Onlarcasını, yüzlercesini, binlercesini kapı önüne koyarken,
üniversite sayımız hızla artıyor.
Ben gazeteciliğe başladığımda 19 üniversite vardı, şimdi 189!
“Suçlu” olan varsa elbette cezasını çeksin ama ya suçlu
değillerse?
Daha da önemlisi, eğer suçlularsa, şimdiye kadar aklınız neredeydi
ve onların boşalttığı kadrolar, nasıl dolacak?
Uluslararası sıralamalarda dibe vurmamız biraz bu yüzden değil mi
?..
İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir olan Almanya ve Japonya’yı,
yeniden ayağa kaldıranın, üniversiteler ve bilim insanları olduğunu
asla unutmayalım.
Üniversiteler, geleceğimizin lokomotifidir. Bu yüzden onları,
doldururken de, boşaltırken de, çok daha titiz olmamız
gerekir!..
Kırmızı cıva
Şehir efsanelerine bayılırız.
Bir deli bir kuyuya bir taş atar kırk akıllı çıkaramaz misali, bir
“kırmızı cıva” vakası var ki, medya da, emniyet de bunu bir türlü
anlayamadı.