Zafer Bayramı’nı dün hak ettiği ölçüde kutlayabildik mi?
Evet demek çok zor!
Dün keşke ulusumuzun yeniden varoluş destanının yazıldığı “30
Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı, eğer hüsranla sonuçlansaydı,
ne olurdu?” sorusunu birazcık da olsa düşünebilseydik ya da
hatırlatanlar çıksaydı, ne iyi olurdu.
Hangi koşullarda, nasıl kazanıldığı elbette çok önemli ama çok daha
önemlisi “Ya kazanılmasaydı?” sorusunun cevabı!
Ankara’nın hemen yakınındaki Haymana’da, Ankara Üniversitesi
İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün öncülüğünde, her 12 Eylül’de müthiş
sempozyumlar gerçekleşiyor.
Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da eminim ki yine yakın
tarihimize, özellikle de Milli Mücadele’ye ve Büyük Taarruz’a
yönelik çok önemli oturumlar olacak.
Neden Haymana?
Çünkü Haymana, Milli Mücadele’nin en kilit noktalarından biri.
Atatürk’ün, ordularımızın dağılma noktasına geldiğinde, “Hattı
müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır”
dediği yerdir.
Bir başka özelliği de ordularımızın Viyana kapılarından o güne
kadar geri çekildiği son noktadır.
Yani Yunan ordularının başkent Ankara’yı ele geçirmesine ramak
kaldığı son kaledir...
12 Eylül Haymana’nın kurtuluşu.
Yunan Orduları Haymana’da durduruldu sonra da İzmir’e kadar
kovalanıp denize döküldü...
Başkomutan Mustafa Kemal’in Milli Mücadele karargâhı
Haymana’daymış.
Bir Haymanalı olarak bununla hep gurur duyduk.
Babaannem çocukken kendisine ayran ve yemek sunmuş, evlendikten
sonra doğan iki oğluna da Mustafa ve Kemal isimlerini vermiş!
Milli Mücadele zaferle sonuçlanıp, taşlar yerli yerine oturunca,
Mustafa Kemal, “Siz savaşta varınızı yoğunuzu bize verdiniz,
karşılığında biz de size borcumuzu ödemek istiyoruz” diye açık çek
verdiğinde, istenilen tek şey öğretmen olmuş.
O da Selanik’teki öğretmenini Haymana’ya davet etmiş ve uzun yıllar
orada görev yapmış.
Bu ülke nasıl kuruldu, çocuklarımıza deli saçması sınavlardan önce
bunları anlatmalıyız!
Hem de hiç zaman kaybetmeden.
Yoksa bizi biz yapan değerlerimizi unuturuz...
Herkes unuttu onlar unutmadı!
Vefa duygusunun en güzel örneklerinden biri dün yaşandı.
Üstün Zekâlılar Okulu olarak bilinen TEVİTÖL yani TEV İnanç Türkeş
Lisesi’nin kurucusu Sezai Türkeş ölümünün 20. yılında okulun
mezunları tarafından anıldı.
İnşaat sektörünün duayenlerinden, STFA’nın kurucusu Sezai Türkeş,
sadece, inşaat alanındaki başarılarıyla değil, aynı zamanda eğitime
olan büyük katkılarıyla da gönüllerde taht kurdu.
Türkeş, 1989’da kaybettiği eşi İnanç Türkeş’in adına, “Maddi
imkânsızlıkları nedeniyle yeterli eğitim fırsatı bulamayan çok
üstün zihinsel yeteneklere sahip çocuklara” özel eğitim sağlamak
amacıyla İnanç Vakfı’nı ve ardından 1993 yılında İnanç Lisesi’ni
kurdu.
Okul kısa sürede ülkemizin üstün yetenekli öğrencilerinin zirveye
tırmandığı bir kurum haline geldi.
Mezunlar sadece ülkemizin değil, dünyanın en iyi üniversitelerinden
kabuller aldılar, başarıyla mezun oldular ve sonrasında da yine
ülkemizin ve dünyanın önde gelen kurumlarında önemli pozisyonlar ve
sorumluluklar üstlendiler.
Okul ölümünden sonra çok badireler atlatsa da mezunlar Sezai
Türkeş’e olan derin hürmet ve sevgilerini hiç kaybetmediler.
Kendisinin çizdiği yolda eğitim misyonunu sahiplendiler ve dünyanın
neresinde olursa olsunlar daha da ileriye taşımak için
çalışıyorlar.
Yeterli güçleri var mı? Şimdilik yok ama inançları ve inanç ruhları
var!
Mezunlar bu yıl ilk kez yeni kurulan mezunlar derneği çatısı
altında bir araya geldi ve okullarına daha fazla sahip çıkma kararı
aldılar.
Kendilerine bir dizi öneride bulundum. Eminim ki çok daha fazlasını
başaracaklar...
Özetin özeti: Bu ülkeden, bu gençlikten asla umut kesilmez!..