Türkiye gibi nüfusunun dörtte biri öğrenci olan ülkeler için eğitim ciddi bir sorun. Hem de çok ciddi. Çünkü eğer eğitimde taşlar yerli yerine oturmadıysa ne demokrasiniz, ne insan haklarınız, ne yargınız, ne de ekonominiz, kısacası hiçbir şeyiniz doğru düzgün işlemiyor demektir!
Onlar olmayınca da saygı, sevgi, hoşgörü, aidiyet, ehliyet, hiçbir şeyin anlamı kalmıyor...
Ülkelerin rejimleri ve yönetim şekilleri ne olursa olsun, eğitimin öncelikli amacı, kendi anayasaları doğrultusunda bir yurttaş ve evrensel saygılı bireyler yetiştirmektir.
Temel Eğitim Kanunu’muza göz attığınızda da, benzeri ilke, hedef ve yaptırımlar görürsünüz.
Peki, o zaman ülkesiyle gurur duyan, yüreği ülkesi için çarpan, ülkem ne kadar güçlüyse ben de o kadar güçlüyüm diyen, sevinçte ve tasada aynı duyguları paylaşan, vergi kaçırmayı, sırt üstü yatmayı, var olan kaynakları hoyratça tüketmeyi en büyük ayıp sayan bireyler yetiştirebiliyor muyuz?
Keşke gönül rahatlığı ile evet diyebilseydik...
Peki, onu diyemiyorsak, çocukluklarını, gençliklerini yaşatmayıp test manyağı haline getirdiğimiz çocuklarımızın, eğitim kurumlarımızın, üniversitelerimizin akademik ve bilimsel çalışmalarıyla gurur duyabiliyoruz muyuz?
Bu soruya evet demek de mümkün değil.