"Sadece Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil, seçimlerde
vatandaşlarımızın yüzde 50'sinin oyunu alan AK Parti Genel Başkan
olarak değil, Ahmet olarak herhangi bir kardeşime bakarken,
herhangi bir vatandaşımızla kucaklaşırken Kürt mü, Türk mü, Alevi
mi, Sünni mi diye bakarsam o andan itibaren aldığım nefes haram
olsun”.
Bu sözler Başbakan Davutoğlu'na ait.
Kürt sorununun çözümü adına bu ülkede çok Başbakanlar gördük.
Süleyman Demirel, ”Kürt realitesini tanıyoruz” dedi. Mesut Yılmaz,
”AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer” diye konuştu. Tansu Çiller, Bask
modelinden söz etti.
Ancak onların dönemi OHAL zihniyetinin hakim olduğu, Kürtlere
cehennem hayatının yaşatıldığı dönemlerdi.
Çünkü onlar samimi değildi. Çünkü onların döneminde Kürt sorunu
siyasetin iradesinde değil askerin vesayeti altındaydı.
“Bu sorunu çözmek için baldıran zehrini içmeye hazırım” diyen
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu'nun onlardan farkı,
samimi olmalarıydı. Kürtlerin acısını yüreklerinde hissettiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın güçlü liderliği sayesinde Kürt sorunu
askeri vesayetin elinden alınıp, siyasi iradenin konusu haline
dönüştürüldü.
AK Parti, Kürt sorununun çözümünü askeri operasyonlarda,
yasaklarda, ret ve inkar politikalarında arayan yüz yıllık
politikaları bir kenara koydu, sivil çözümü esas aldı. Kürt
sorununun çözümünde bir paradigma değişikliği yaptı. AK Parti'nin
diğerlerinden farklı bir hikayesi oldu.
20 Temmuz 2015 tarihinden itibaren PKK'nın, “şehir savaşları”
konseptine geçmesiyle birlikte yeni bir dönem başladı.
Bu yeni bir durum demekti.
Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ, ”PKK'yı altı kez yenilgiye
uğrattık ama PKK bitmedi” demişti. PKK, şehir savaşlarında bir kez
yenilgiye uğratılmış oldu. Cizre'nin, Silopi'nin, Sur'un Kobani
olmadığı gösterildi. Bölgede PKK ile mi savaşıldı? Eğer sadece PKK
ile mücadele ediliyor diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. PKK,
bölgeyi dizayn eden güçlerin vekalet savaşını yürütüyor.