Abdullah Ağar Gazeteoku

30 yıl önce bugün, 27 Ekim’de nasıl şehit düştük, nasıl vurulduk biz?

Tv100 Gazetesi Yazarı Abdullah Ağar'ın bugünkü (27.10.2022)''30 yıl önce bugün, 27 Ekim’de nasıl şehit düştük, nasıl vurulduk biz?'' başlıklı yazısı.

27 Ekim 2022 | 3.891 okunma

Dün anlatmaya başlamıştım.

26 Ekim sabahı başlayan çatışma bir bütün gün boyunca nefes almaksınız devam etti.

Delicesineydi.

Üçüncü bölüğün solundan geniş bir yay çizerek, manevra yapmış, timimle dağa, teröristlerin yuvalandığı kayalık mevzilere doğru tırmanmış, diplerine girmiş, sonra da hücum etmiştik.

Kafa kafaya giriverdik. Şaşırdılar, bir kaçını indirdik, İsmail’imiz vuruldu, kaçtılar.

Sonrası bir bütün gün çatışmaydı. Bölüğümüzü yanımıza çektik. Amansızca, yankılanan silah sesleri dağları yırtıp dururken koca bir gün boyunca çatıştık.

Artık akşam yaklaşıyordu. Dört yaralım vardı. Bir kayanın üzerine oturdum. Soğuktu. Bir titreme omuzlarımı hafifçe sarstı. Sonra çıkıp gitti. Havanın iyice soğuduğunu ve daha da soğuyacağını düşündüm. Kayadan aşağıya kayıp, bir kuytudaki toprağa oturdum. Ne kadar yorgun olduğumu hissettiğim o an, bölük komutanı ve Ahmet’le nasıl bir araya geldiğimizi bilmeden toplandık.

Artık geceyi, soğuğu ve açlığı konuşuyorduk. ‘Çatışma muhakkak olduğu için’ yanımıza sadece silah ve mühimmat almış, soğuktan koruyacak teçhizat ve yiyecek almamıştık. Bütün gece yürüyüp, bütün gün çatışmaktan kaynaklanan yorgunluğu giderecek emniyetli bir mekân yoktu. Uykuysa zaten uyunmayacaktı. Dayanıyorduk. Dayanmaya da çalışacaktık. Ancak tecrübe; zaman araya girince yorgunluğun, açlığın, soğuğun tepemize bineceğini ve bunun bizleri çok zorlayacağını söylüyordu. Yorgun ve aç olmasak, belki her şey çok daha iyi olacaktı. Bunun tek çaresi uykuydu, ama biz uyumamak zorundaydık.

SON LOKMALAR

Üç kişiydik: Selami Üsteğmen, Ahmet Asteğmen ve ben. Mühimmat yeleğimin arkasında sallanan, kalçamın üstünde duran matara kılıfının bir düğmesini açtım. Diğer düğme zaten ortadan kırıktı. İçinden dün gece koyduğum, o kıymetli şeyi çıkardım. Bu, yuvarlak bir ekmek somunuydu. Elimle tuttuğumda tabanını kavrayabileceğim kadar küçüktü. Zaten o yüzden matara gözüne sığmıştı. Ekmeği, askerin “çok maksatlı” diye ad koyduğu kamp çakısıyla üçe böldüm. Düşen birer dilimdi. Yedik. İşte üçümüzün bütün yiyeceği ne olur ne olmaz düşüncesiyle matara cebime koyduğum bu ekmekti. Bir de cebime sıkıştırdığım bir paket bisküvi vardı. Ekmek bittiğinde doymamış, açlığı daha çok hissetmiştik. Bisküvi paketini çıkardım. Bir tarafı ezilip, ufalanmıştı. Önce o kısmı yedik. Kırıntıları avuçlarımıza döktük. Sonra da yaladık. En ufak bir kırıntıyı dahi heba etmedik. Geri kalan yarı paketi de, yarın yeriz dedik; sakladık.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Jeopolitik fırtınaya kavramsal ve teolojik bir bakış: Kimler, kimleri ve inançları nasıl kullanır? 31 Mayıs 2023 | 837 Okunma İran-Taliban çatışması: Mezhep fitnesi nereye gider; kim ve nasıl kullanır? 30 Mayıs 2023 | 1.263 Okunma Mahmur’un yolu nereye çıkar? 24 Mayıs 2023 | 2.389 Okunma Batı günah çıkartmayı sever, yeni günahlar işlemeyi de…! 23 Mayıs 2023 | 560 Okunma PKK Türkiye’deki seçimlerde neyi aradı; 4. Safha’nın mı peşinde? 17 Mayıs 2023 | 1.892 Okunma