Deprem, seçim ve siyasi kutuplaşma üzerinden ne yazık ki “çevrimiçi” bir mücadelemiz ve rekabetimiz yok. Bir yandan depremin sahada ürettiği yıkım, acı ve travmalarla uğraşırken, diğer yandan millî güç unsurları üzerinde oluşturduğu etki ve baskılar ile bu etki ve baskıların kimler tarafından ve nasıl istismar edileceğine odaklanmamız gerekiyor. Öte yandan seçim süreci devreye girdi. Siyasi taraflar seçimi kazanmak için ittifaklarını güçlendirmek, geliştirmek ve yeni müttefikler peşinde…
Seçimi kazanmak için her yolun denendiği, hatta mübah görüldüğü ve hiç benzemezlerin bir araya geldiği böylesine etik dışı bir ortam kimileri için maruz görülebilir, meşru kabul edilebilir. Ancak bedellerini hesap etmeden atılan bazı adımlar, sadece siyasi kariyerlere, tutarlılığa ve güvenirliğe değil, devletin bağışıklık sistemine ve geleceğe büyük zararlar verebilir. Büyük tavizlere, devlet krizlerine, kavramsal bunalımlara, fiziki ve manevi travmalara, yıkımlara neden olabilir.
O yüzden YPG/PKK’nın, FETÖ’nün, radikallerin, din istismarcılarının ve yasadışı silahlı solun musallat olduğu ve/veya musallat edildiği bir süreç bambaşka belaları da beraberinde getirecektir.
Öte yandan bu işler "her ne kadar hoşnut olmasanız bile" kendi içinde ulusal bir döngüde gelişmiyor. Coğrafyanın ve Türkiye’nin dizaynı bağlamında uluslararası bir denklemde, ülkeler arası rekabet, mücadele ve jeopolitiğin temel dinamikleri ve etkileri çerçevesinde gelişiyor.
Yani ihtiraslarımız ve hatalarımız, bizi etkiye açık hale getiriyor.
Yani siz seçimi kazanayım derken, Türkiye’nin ayağına sıkmış olabilirsiniz.