Bugün Karabağ Zaferi'nin yıl dönümü.
Bu da o zaferin nasıl kazanıldığına dair bir kesit...
Hiçbir şey sanıldığı kadar basit ve hamesi değil.
Hele ki savaş.
Savaş bir insanın karşı karşıya kalabileceği en çetin şeydir.
Ruhu zorlanır önce...
Ruhu, bedeni, nefsi, aklı, vicdanı, insanlığı.
Ve onurlu bir asker, ben için var olduğu hayatta biz için ölüme koşar savaşta.
Bize de o askerin hakkını vermek düşer.
Buyrun, okuyun.
***
6 Kasım gecesi bir buçuk iki gibi sert kayalık bölgeden tırmanıp Şuşa’ya girdiğimizde hava çok soğuktu. Kesif sis, katı duman vardı. Yoğun ve nemli hava da çiseleyip duruyordu. Hem körlenmiş, hem ıslanmış hem de içimiz üşümüştü. Üstüne 40 gündür savaşa savaşa takatimiz tükenmişti, fiziken bitmiştik; ama onurumuzla, ruhumuzla savaşa, mücadeleye ve Şuşa’ya tutunuyorduk.
Biraz ilerleyince çam ağaçlarıyla karşılaştık. Ağaçların arasında da birkaç düşman mevzisi bulduk. Sera naylonlarını, naylon parçalarını, açılmış karton kutularını, çam ağaçlarının dal ve budaklarını kullanarak sera gibi mevziler hazırlamışlardı. İçerisinde ise uyku tulumları, kumanya, tatlılar ve su vardı.
Şehri tanımıyorduk. Sis çok yoğun, sapıtacağız, çok yorgunuz daha çok sapıtacağız. Riske girmedik. Aramızda ortak bir mutabakata vardık. Sabahı bekleyeceğiz. Her an beklenmedik bir olayla da karşılaşabileceğimizi biliyoruz, düşmanın bir çılgınlık ya da hainlik yapabileceğini de.
Devasa, ıslak bir karanlığın içindeyiz. Hiçbir şey gözükmüyor. Korkunç yorgunuz. Düşman ses çıkartmamayı başarabilse, dibimize kadar girer, bizi kıtır kıtır keser, ruhumuz bile duymaz.
Tabur komutanı hemen arazi ve görev paylaşımını yaptı. Arazinin keşif, gözetleme, ve dinlenmesi için görevler verildi. Sonra da herkes bulabildiği, yapabildiği mevzilerine çekildi.
Artık sessizliğin hüküm sürdüğü anlardı.
Iğıl ığıl, usul usul, ağır ağır geçen ama geçmek bilmeyen bir zaman. Beklemenin en zor olduğu anlardayız. Sabaha, aydınlığa, sıcaklığa kavuşmak istiyoruz ama biliyoruz. Biz sabah olsa bile bunların hiç birini yapamayacağız.
İşte böyle namlu arkasında bekleyip, kah uyuyup, kah sıçrayıp dururken, 1,5 bilemedin 2 saat sonra bulunduğumuz yerden 15-20 metre uzaklıkta, çok güçlü bir patlama oldu. Apansız!
Ne olduğunu anlamadan, ardından ikincisi geldi.
Tabur Komutanı bağırdı: “Tank atışı bu. Kesinlikle tank atışı! Nereden geliyor?”
İşte buradaki ilk şehitlerimizi böyle verdik.