Batı’da dönem dönem İslam dinine, İslam dininin kutsallarına yönelik eylemler, saldırılar, hakaretler yapılır. Bunlar bireysel ya da örgütsel olduğu sürece konjonktüre ve duyarlılıklara bağlı olarak tepki çeker, kimi kere görmezden gelinir, kimi de nazarı dikkate alınmaz. Ancak, egemenlik alanlarında bu tür eylemlerin icra edilen ülkelerin bu olaylara nasıl yaklaştıkları ve süreçleri nasıl yönettiklerine bakılır. Buradan ırkçılık, nefret, soykırım, teolojik suçlar/eylemlerle ilgili devletlerin yaklaşımlarına bakılır, siyaset ve stratejileri okunmaya çalışılır.
Yine benzer bir sürecin içindeyiz. İçinde teolojik nefret, Batı menşeili radikalizm, ırkçılık ve nefret suçları barındıran Kur’an-ı Kerim yakma ve terör örgütü YPG/PKK’nın yandaş eylemleri üzerinden İsveç’i, İsveç’in siyaset ve stratejilerini okumaya çalışıyoruz.
Aslında bu fotoğraf klasiktir. Hatta iş genellikle öyle ilginç bir bağlam üzerinden şekillenir ki, "Türk düşmanlığı" üzerinden "İslam düşmanlığı", "İslam düşmanlığı" üzerinden "Türk düşmanlığı" yapılır.
Son Kur'an-ı Kerim’i yakma olayı da bunun önemli örneklerinden biridir. Neden böylesine hassas bir zamanda Kur’an-ı Kerim İran, Suudi Arabistan ya da bir başka İslam ülkesinin Büyükelçililiği'nin önünde değil de Türk Büyükelçiliği'nin önünde yakılır? Bu yaklaşımın, Türk deyince Müslümanlığı hatırlamanın ya da İslam deyince Türk’ü hatırlamanın artık genetik hale gelmiş, epigenetik mekanizmalarla geleceğe (bugüne) aktarılan dini, tarihi, sosyolojik, askeri, antropolojik kodları, travma ve düşmanlıkları olabileceği gibi bunun günümüzün teolojik kutuplaşması başta olmak üzere reel politiği, jeopolitiği ve teopolitiği ile ilgili başka anlamları ve amaçları olması da mümkün.
Özellikle, reel politik konularla ilgili:
- İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmasıyla ilgili bir asimetriye,