Deprem bölgelerinden gelen şiddet içerikli pek çok görüntüyle karşılaştık. Depremzedeleri, içinde ziynet, para ve değerli eşya barındıran deprem enkazını, yardım araçlarını hedef alan bazı yağma, gasp, talan, hırsızlık, yol kesme, tehdit, dolandırıcılık suçları işleyen bazı şahıslar ve bunların cezalandırılması söz konusuydu. Bunların bir kısmı dezenformasyondu. Değişik coğrafyalardan montajlanarak deprem bölgesinde oluyormuş gibi servis edilmişti. Ancak diğerleri gerçekti.
Zaten açılmış bir yarayı daha da kanatacak ve sorunu daha da derinleştirecek şekilde bir algı üreten bu suçların engellenmesi, ürettiği belirsizlik ve güvensizliğin ortadan kaldırılması elbette son derece önemliydi. Ancak bundan çok daha önemlisi bunun hukuk devleti normları içinde yapılması çok daha değerliydi.
Yanılmıyorsam, önünün hemen kesildiğini görüyorum.
Çünkü depremin tehdit ettiği en önemli kavramların başında istikrar, güven, demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi bir devlet iradesinin ve varlığının temelini teşkil eden değer ve kavramlar olduğunu bilmek zorundayız. O yüzden devletin masumiyet karinesi ya da yargısız infazların engellenmesi adına ortaya koyacağı tedbirler, etki, irade ve güven, devletin varlığı, itibarı ve geleceği adına büyük bir değer taşıdığı temel bir gerçek.
Öte tarafıyla mesele sadece devlet otoritesinin tesisi ve
devamlılığının konusu değil. Aynı zamanda bir ulusal itibar ve
prestij konusu. Yani, dışarıdan hiç kimse, bu ülkeye; “Türkler
krizini yönetemedi, demokrasiyi işletemedi, kamu
düzenini-otoritesini tesis edemedi” diyememeli.