Hiç olmazsa bu seçime toplumu rencide eden saçma sapan 'irtica'
tartışmalarıyla falan girmiyoruz. O tartışmalar mazide kalmış gibi
görünüyor. Bütün partiler ülke sosyolojisine saygı duymayı
öğrendiler. O sosyolojinin hassasiyetlerine kulak vermeyen partiler
iktidara gelemeyeceklerini anladılar. Bedeli ağır olduysa bile bu
olumlu bir gelişme nihayetinde.
Arkasına toplumun desteğini alamayan hiçbir siyasi tez başarılı
olamaz. Ülkeye dair tezi olan her siyasi parti önce toplumu ikna
edecek. Siyaset bir aldatma sanatı değildir, ikna sanatıdır. Ülkeyi
yönetimine talip olanlar açık yüreklilikle toplumun karşısına
çıkacaklar ve tezlerini anlatacaklar. Karl
Marks'ın “halkın ikna edilmesi çoğu kez bir maddi
güç kadar kuvvetlidir” diye çok beğendiğim bir sözü var.
İtalyan düşünür Antonio Gramsci ise,
“siyasal iktidarın ele geçirilmesinden önce toplumsal
rızanın elde edilmesi şarttır” der.
Sahih iktidar “toplumsal rıza”yla tahakkuk eder ve
“adalet” ile pekişir. İktidardakilerin
“rıza kaybı”na uğramalarıysa gerçekte
“eski”nin öldüğü, “yeni”nin ise
gelişemediği öngörülemez sonuçları olabilecek kritik bir aşamaya
yol açar. Yönetici kesimin sadece 'zor' gücüne
sahip olduğu bu aşamada 'otorite krizi' ortaya
çıkar. Krizi aşmanın yoluysa, iktidar kanallarını halka açmaktan
geçiyor. Seçimler bunun içindir. Yanı başımızda rıza kaybına
uğramış yönetimlerin iktidarı halka açmamalarının nasıl bir yıkımla
sonuçlandığını içimiz acıyarak izliyoruz. Bu ülkelerde iktidar,
iktidardakilerin elinde bile değil artık. Semalarında başka
ülkelerin savaş uçakları uçuyor, topraklarında başka ülkelerin
askerleri savaşıyor. İktidarı halkla paylaşmak yerine ülkenin
kapılarını ardına kadar yabancı güçlere açtılar.