Siyasetin bir millet ve vatan hizmeti olduğuna inananlar ancak
ülkeyi layık olduğu seviyeye ulaştırabilirler. Bu hizmeti ifa eden
siyasetçi “kamu görevi” yaptığının şuurundadır. Siyaset adamından
bu hizmete gölge düşürecek fiillerden kendini sakındırması
beklenir. “Takva” nasıl ki, şeytanın yoklamalarına karşı son derece
sakıngan davranmaksa, siyasetçi de görev ifa ederken aynı ölçülerde
dikkatli davranmalı. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bizim
ülkemizde de siyaseti kişisel zenginleşmenin bir aracı olarak
görenler var. Öteden beri bu siyasetçi tipinin çok kötü örneklerine
hep birlikte şahit olduk. Oysa siyasetin görevi, “kamu yararı”nı
herşeyin üstünde tutmak. Bu bakımdan siyaset, özveri gerektiren bir
kamu görevi.
Siyaset, dokunulmazlık zırhına bürünerek yargıdan kaçmanın yolu
olamaz. Geçmişte bunun da çok kötü örneklerini gördük. Bütün
partiler, siyaseti kişisel zırh olarak algılayanlara bu fırsatı
vermemelidirler. Meclis'ten önce parti yönetimleri duyarlı
davranmalılar. Millet adına görev yapan her bir siyasetçi hesap
verebilir, denetlenebilir 'malî şeffaflık' içinde olmalıdır.
Siyasetçinin vazifesi milletin ortak refahını sağlamak ve servet
dağılımındaki adaletsizlikleri telafi edecek yolları bulmaktır.
Adil bir yönetim, milletin ortak zenginliklerini muhafaza ettiği
ölçüde gerçek anlamını bulur. Bir milletin fertleri, ekonomik,
hukuki, fiziki ve siyasi güven duygusuna sahip oldukları zaman o
ülkede dirlikten bahsedilebilir. “Hak siyaset”in yoluysa, büyük
çoğunluk için hayatı daha yaşanır kılmaktan geçiyor. Önemli olan
ülkenin ne kadar refah içinde olduğu değil, içinde ne kadar
'eşitsizlik' barındırdığıdır. Eşitsizlik adaleti örseler, ortak
amaç duygusunu zedeler, bencilliği ateşler, kardeşlik ve millet
olma şuurunu zayıflatır. Bu haldeki toplumlar ciddi meydan
okumalara karşı direnç gösteremeyerek savrulup dururlar.