Donald Trump”ı biraz “Ronald Reagan”a benzetebiliriz. Bu
benzetmenin Reagan'ın “FBI”in desteğiyle 1981'de Başkan
seçilmesiyle ilgisi yok. Reagan'ın FBI'in “müesses nizam”ın kırmızı
çizgilerine sadakat göstermesi Başkan seçilmesinde önemli rol
oynamıştı. Donald da, Ronald gibi “Beyaz Amerikalılar”ın yerleşik
kült değerlerini temsil ediyordu.
Trump biraz da Franklin Delano Roosevelt'e benzer. Demokrat aday
Roosevelt, “1929 Ekonomik Krizi”nin büyük bir sarsıntıya yol açtığı
dönemde seçildi. 1932'de işsizlik yüzde 25'lerdeydi. Gayrisafi
milli hasıla yüzde 50, vergi geliri yüzde 60 düşmüştü. Sanayi
üretimi feci durumdaydı. Bankacılık sisteminin çöktüğü ülkede
sefalet dizboyu, umutsuzluk had safhadaydı. 2 milyon kişiyse evsiz
kalmıştı. Halk krizden Borsayı ve bankacıları sorumlu tutuyordu.
Öyle ki bankacılardan haydutları çağrıştıran “bangsterler” diye
bahsediliyordu. “Temsilciler Meclisi” ve “Senato”da Demokratlar
çoğunluktaydı. Halk artık bir hareket bekliyordu. Roosevelt böyle
bir ortamda, umut vaat ederek iktidara geldi. Amerikalı mizahçı
Will Rogers o günkü ortamı “Roosevelt Kongre binasını yakıp kül
etseydi, biz tezahürat yapar, 'Neyse en azından bir yangın
çıkardık' derdik” cümlesiyle ifade ediyordu.
İlk başta bankacıları, dövizcileri hedef alan sert konuşmalar yapan
Roosevelt daha sonra tutumunu yumuşattı. Roosevelt, bankacılık
sisteminde radikal bir değişiklik yapmadan yeniden düzenledi.
Roosevelt ekonominin yeniden yapılandırılmasında rol oynaması için
kurduğu “Ulusal Kurtarma İdaresi(NRA)”nin başınaysa emekli general
Hugh Jonhson'u getirdi. Her fırsatta Mussolini'ye özendiğini
gösteren General Johnson bir süre sonra