Doğu Türkistanlı halk ozanlarından Abdürehim Heyit’in ölüm haberi hepimizi derinden sarsmıştı. Pekin hükümetiyse Heyit’in sağ olduğuna dair kısa açıklamasının yer aldığı bir görüntü servis etti. Heyit’in sağ olması elbette iyi haber, ancak görüntünün ‘eski tarihli’ olabileceği kuşkusu var. Çin Hükümeti Heyit’i aile fertleriyle veya bağımsız gözlemcilerden müteşekkil bir heyetle görüştürmek suretiyle bu kuşkuları kolayca giderebilir. Şu an için Pekin’den bunu bekliyoruz.
1970’lerin ortalarında “Kırım Türkleri”nin efsanevî liderlerinden Mustafa Cemiloğlu’nun Sovyet Rusya’da açlık grevinde hayatını kaybettiğine ilişkin haberler çıkmıştı. Sovyet Rusya kapalı bir rejim olduğu için haberin eğrisini doğrusunu öğrenmek epey vakit almıştı. Gerçek ismi Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’ydu ve hâlâ sağ, hâlâ halkının rehberi, hâlâ sürgünde. Cemiloğlu ölmemişti gerçi ama ölümden de beter bir zulmün mağduru olmuştu. Heyit’in sağ olması(!) Doğu Türkistan halkına karşı gerçekleştirilen insanlık dışı cürümleri unutturamaz. Yüzbinlerce Uygur hapishanelere dönüştürülmüş bu toplama kamplarında “mankurtlaştırma”ya tabi tutuluyor, maalesef.
Öz yurtlarında parya muamelesi gören Uygurlar 70 yıldır “mankurt” olmayı reddediyorlar. Sözde aşırılıkla mücadele kılıfıyla kamplarda tuttukları Uygurlar’a adeta “Gulag hayatı” yaşatılıyor. Gulag’da nasıl yaşandığını merak edenler Sovyet Rus dönemi aydınlarından Aleksandr Soljenitsin’in “Gulag Takım Adaları” kitabını okuyabilirler. Meşhur Kırgız yazarlarından Cengiz Aytmatov da “Gün Olur Asra Bedel” romanında “mankurtlaştırma”yı anlatır.
Pekin rejimi, Doğu Türkistan’da inşa edilen toplama kamplarını “eğitim merkezi”, “rehabilitasyon merkezi” ya da “mesleki eğitim merkezi” olarak gösteriyor. Geçenlerde Doğu Türkistanlı genç bir kız öğrenci ile sohbet ettim. Kızcağızın anne ve babası da bu kamplardan birindeymiş. İki yıldır ailesiyle telefonla bile iletişim kuramadığından şikâyetçiydi. Anlatırken gözyaşlarına boğulan kızımızın yaşadığı acıyı hissetmemek mümkün mü? “Ama meslek edindirme kamplarıymış bunlar” dedim. Yüzüne bir hüzün perdesi indi, “babam yaşadığımız kentte iyi bir doktor olarak tanınır” dedi. Kamplardaki Uygurların çoğu meslek sahibi. Gözümüz var, kulağımız var, kalbimiz var, propagandayı ve abartıyı gerçeklerden az-çok ayırt edebiliyoruz. Öte yandan gerçeğin er-geç kendini ifşâ etmek gibi bir huyu da var.
“Potemkin Köyleri” diye literatüre geçmiş meşhur bir misâl var. 18. yüzyılın sonlarında Rusya Kırım’ı ilhak ettiğinde Çariçe Katerina, General Potemkin’i bölge valisi olarak atadı. Potemkin güya Kırım’ı âbât etmişti. Bir zaman sonra Katerina Kırım’ı ziyaret etmek istemiş. Potemkin, sevgili Çariçesini utandırmamak için ziyaret güzergâhında süslü püslü panolardan köyler inşa etmiş. Gemiyle yolculuk yapan Çariçe ve Avrupalı misafirleri şen şakrak, uzaktan muhteşem görünen köylere el sallayıp geçmişler. Çariçe ve misafirleri gördüklerinin kurnaz Potemkin’in bir simülasyonu olduğunu anlamamışlar tabii.
Pekin hükümeti de Doğu Türkistan’daki esir kamplarının eğitim ve meslek edindirme amaçlı sosyal mekânlar olduğunu göstermek için ‘seçilmiş gazetecileri’ davet ediyor. Maalesef, seçilmiş gazeteciler kendileriyle konuşmalarına izin verilen ‘seçilmiş Uygurlar’dan uygulamanın ‘ne güzel’ olduğunu dinleyip ülkelerine taşıyorlar. Bu “Potemkin Köyü şahitlerine” inanacak olur iseniz, her şey güllük gülistanlık. Oysa biz bu Potemkin masalını daha önce dinlemiştik.