Olan her şey sözde bir 'başarı öyküsü'nün başarılı bir şekilde
köpürtülmesiyle başladı. Fetullahçılığın marazî boyutları bu
öykünün örtüsü altında saklanarak dallanıp budaklandı ve “15
Temmuz”a böylece geldik. Bu öykü öyle destansı bir havaya
büründürüldü ki Fetullahçılığa eleştiri getirenler kendilerini bir
anda dışlanmış olarak buldular. Bu insanlar kimselere dertlerini
anlatamadıkları gibi kıskançlıkla, kötü niyetli olmakla, yıkıcı
eleştiri getirmekle, yapılan iyi şeyleri görmezden gelmekle
suçlandılar.
Devletin güvenlik ve istihbarat ağlarında örgütlenmiş Fetullahçı
kadrolar sayesinde 'askeri vesayet'in ortadan kaldırıldığına dair
bir algının oluşturulması bu sinsi hareketi eleştirenlerin
eleştirilerini hepten faydasız kıldı. Eleştiri azalıp övgüler
arttıkça garabetler de fark edilmez oldu. 1980'lerde başlayan
“Başörtüsü meselesi”, laikliğin İslam karşıtı bir dayatma olarak
öne çıkarılması, “28 Şubat” sürecinde yaşananlar, “27 Nisan
bildirisi”, AK Parti'nin kapatılması davası ve devamındaki bazı
gelişmeler Fetullahçılığın bir 'ihtiyat kuvvet (yedek güç)' olarak
algılanmasında ve mütedeyyin kesimler nezdinde meşruluk
kazanmasında etkili oldu. Fetullahçılığa Kemalist, Sol çevrelerden
gelen tepkilerse, öteden beri tanık olunan İslam karşıtı husumetten
kaynaklandığı gerekçesiyle püskürtüldü.