Geçen yazımda müslüman halklar arasındaki duygusal kopuşların
yol açtığı dramatik sonuçlara değinmiştim. “İran-Irak savaşı”yla
“Halepçe katliamı”nı da örnek vermiştim. Her iki örneğin
detaylarına indiğimizde bir başka gerçeklik daha karşımıza çıkıyor.
Bu gerçeklik, emperyalist güçlere bel bağlayan politikaların
çürüklüğüdür. İki isim üzerinden gideceğim: Yevgeni Primakov ve
Peter Galbiraith. Ülkelerinde kritik görevler ifa eden iki ismin
tanıklıkları önemli. Primakov “Sovyetler Birliği”nin Ortadoğu'yla
bağlantılarında önemli rol oynayan bir isimdi. Sovyetler
dağıldıktan sonra Primakov Rus dış istihbarat servisi başkanlığı,
Dış İşleri Bakanlığı, Başbakanlık yaptı. “Rusların Gözüyle
Ortadoğu” kitabında Primakov, İran-Irak Savaşı hakkında önemli
detaylara da yer verdi.
O dönemde Bağdat yönetimi sırtını Moskova'ya dayamıştı. Ruslar
Bağdat'ın Moskova'nın bilgisi olmadan ciddi hiçbir adım
atmayacağından emindiler. ABD'yse Irak'ı “terörü destekleyen
ülkeler listesi”ne almıştı. İran Şahı Rıza Pehlevi'nin 1979'da
devrilmesiyle Bağdat'ın ABD nezdindeki yerinin değişeceğini
hisseden Saddam Hüseyin Washintong'a uzlaşma sinyalleri gönderdi.
ABD'den yeşil ışık alan Saddam 1980'de İran'a savaş açtı. Aynı
Saddam bir süre önce Moskova'ya İran'a karşı bir askeri harekatta
bulunmayacağını bildirmişti. Bağdat'ın tutumunu içine sindiremeyen
Moskova Irak'a silah akışını durdurdu. Gelişmelerin birinci elden
tanığı olan Primakov'a dönelim: