Ülkemizdeki askeri darbeler hakkında öteden beri kalem oynatmış
bir gazeteci olarak söylemem gerekirse, “Fetullahçı darbe”nin
akamete uğratılmasında dikkatimi çeken en önemli unsur, halkımızın
gösterdiği tepkinin şiddetiydi. Halk hiçbir darbede görülmemiş
şekilde mukavemet gösterdi. Halkın mevcut iktidarla arası hoş
olmayan en uç kesimlerinde bile darbecilere en küçük bir sempati
emaresi zuhur etmedi. Hiç kimse alkış tutmadı, sevgi gösterisinde
bulunmadı. Bu mel'ûn girişime selam durmaya cesaret eden biri
çıkmadı.
Bütün gözü dönmüşlüğüne ve gaddarlığına rağmen darbenin akamete
uğratılmasındaki en önemli psikolojik unsur, milletin bu
girişiminin başarılı olması durumunda, daha önce hiç karşılaşmadığı
ölçüde bir “bekâ sorunu”yla karşılaşabileceği kaygısıydı. Polisiyle
ve ordunun şuurlu unsurlarıyla birlikte kitleler insiyakî olarak
hareket ederek bu hain girişimin ülke için bekâ sorununa yol
açmasına izin vermedi. Ülkemizi Irak, Suriye, Yemen veya Libya
yapmak isteyen şer odaklarına verilmiş açık bir cevaptır bu. Hiç
kuşkusuz, bu birlikteliğin sağlanmış olması ülkemizin mukadderâtı
açısından çok kıymetlidir. “Millet” olmanın ne anlama geldiğini zor
günlerde daha iyi kavramıyor muyuz? Demek ki, hangi siyasi görüşte
olursak olalım, bu milletin mayasında kritik dönemlerde kendisini
fâş eden bir öz, bir cevher var. Bu özü, bu cevheri daha da
kıymetlendirmeliyiz.