Devletlerin ve milletlerin hayatında bazen anlık gafletlerin
dahi telafi edilemeyecek zararlar verdiği olur. Bazen bir tehlike,
“geliyooruuum” diye kulaklarınızın dibinde çıngıraklar çaldırır da
duymazsınız, duysanız bile başka bir manaya yorarsınız. Bir
milletin, bir devletin veya bir hareketin odağı dağılmışsa,
hedefini, heyecanını, ortak şuurunu kaybetmişse dağılması da
mukadderdir. Açık yara durumlarında sinekler her yönden üşüşür,
belalar türlü yollardan yağar. Siz, fantezilerinizin büyüleyici
havasından başınızı kaldırdığınızda bir bakmışsınız ki düşman
'kapı'dadır. Artık “düşman nasıl bu kadar yaklaşabildi” demenin
anlamı da yoktur.
1911'de Libya'yı işgal eden İtalya'nın o dönemki Başbakanı Giovanni
Giolitti'nin Türkçe'ye “Trablusgarp'ı nasıl aldık?” başlığıyla
çevrilen hatıralarını okurken, güncel gelişmelere ilişkin ibret
alınması gereken pek çok ders olduğunu gördüm. İtalyan işgali
“geliyooruum” diye bas bas bağırmış ama Osmanlı Hükümeti bunu duyup
da gereken tedbirleri almamıştı.
1900'lerin başında Libya hariç bütün Kuzey Afrika İngiliz ve
Fransız sömürgesi altındaydı. Libya'ya ise 'geç kalmış emperyalist'
İtalya gözünü dikmişti. İtalyanlar İngiltere, Fransa ve Rusya'dan
icazet almıştı. Üç devlet de Meşrutiyet'in genç hükümetine bir ders
verilmesinden yanaydı. İtalyanlar buna gönüllüyse, sırtlarını
okşamaktan elbette mutluluk duyacaklardı. Almanlar ise