Bolivya’nın ilk yerli Devlet Başkanı Evo Morales’in bir askeri darbeyle devrilmesinde ABD’nin parmağı olduğunu gösteren emareler var. 20 Ekim’de gerçekleşen seçimler öncesinde Amerikalı senatörlerle Morales muhalifleri arasında gizli görüşmelerden söz ediliyor. Kamuoyuna sızdırılan bu görüşmelerde, Morales’in seçimleri kazanması halinde Bolivya’nın istikrarsızlaştırılmasına yönelik eylem plânları konuşulmuş. Görüşmelerde “Evanjelik Kilise”nin de darbe girişimini destekleyeceği belirtiliyor imiş. “Tropikal Trump” olarak anılan Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile ABD Dış İşleri Bakanı Mike Pompeo’nun tutkulu birer Evanjelik olmaları, Bolivya’daki darbenin Evanjelik mimarları arasındaki ideolojik bağlantılara işaret ediyor.
Ocak 2019’da Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ise Beyaz Saray’da düzenlediği bir basın toplantısına üzerinde “5 bin asker Kolombiya’ya” yazısının göründüğü bir dosya ile gelmişti. Bu mesajla Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’ya gözdağı verilirken, ABD yanlısı güçlere sokağa çıkmaları halinde destek verileceği duyuruluyordu. Venezuala’da darbe girişimi beklendiği gibi bir sonuç vermedi ama sırada Bolivya vardı.
ABD Latin Amerika’yı veya Güney Amerika’yı her zaman ‘arka bahçe’ olarak niteledi. “Monroe Doktrini”ne göre Latin Amerika ABD’nin egemenlik alanı içinde görülüyor. Dolayısıyla ABD’nin Latin Amerika’ya müdahaleleri adeta ‘hak’ olarak görüldü. Bu doktrin “Soğuk Savaş” döneminde daha fazla öne çıktı. 1800’lerin sonlarından itibaren ABD, Latin Amerika’ya defalarca müdahalede bulundu ve onlarca askerî darbenin arkasında yer aldı.
“Soğuk savaş” döneminde ABD’nin “Sovyetler Birliği”ni çevreleme politikasının mimarı olan George Kennan 1950’lerin başlarında Latin Amerika’daki ABD Büyükelçilerine hitaben yaptığı bir konuşmada, ABD karşıtı hareketleri ezmek için acımasız araçlara ihtiyaç duyulacağını açıkça ifade etmişti. Kennan ABD karşıtlarının içine sızdığı liberal bir hükümet yerine ABD çıkarlarını koruyan otoriter bir rejimi tercih edeceklerini de söylemişti. Bu politikayla “Soğuk Savaş” dönemi boyunca Latin Amerika’da askerî darbeler teşvik edildi.
ABD’nin Latin Amerika politikasında etkili olan kuruluşlardan biriyse 1948’de kurulan “Amerikan Devletleri Örgütü(OAS)” idi. ABD güdümündeki bu bölgesel kuruluşun Evo Morales’in devrilmesinde öne çıkması sürpriz değil. Morales’i istifa ederek Meksika’ya iltica etmeye mecbur eden olayların “OAS”ın Bolivya’daki seçim sonuçlarına ilişkin açıklamasıyla başladığını hatırlatalım. “OAS”a göre Morales’in galip çıktığı seçim sonuçları şüpheliydi.
2016’da Cumhurbaşkanı seçilen Morales’in başını yakan, Maduro gibi ülkenin enerji ve maden kaynaklarını millileştirmiş olmasıydı. Tıpkı Küba’da Castro’nun, İran’da Musaddık’ın yaptığı gibi. 1950’lerde ABD, Fidel Castro’yu devirmek için girişimlerde bulunmuş ancak başaramamıştı. İran’da ise petrolü millileştiren Başbakan Muhammed Musaddık bir ABD-İngiliz ortak darbesiyle devrilmişti. Morales’in başına gelenler de Musaddık’tan farklı değil.