Belki 1980'li yıllar, belki daha sonraydı, hatırlamıyorum.
Basına, “Pakistan'da cami bombalandı” başlıklı haberler düşerdi. Bu
işin arkasında mezhep çatışması çıkarmak isteyen güçlerin yer almış
olabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. Ülkemizde de 1980 öncesinde
bu tür provokasyonlara tanık olmuştuk. “Kaynayan kurbağa” deneyini
bilirsiniz. Kurbağa zıplayıp kaçmasın diye tencereye ılık su
konuluyor. Tencere yavaş yavaş ısınıyor, kurbağa yumuşayıp
uyuşuyor. Tencere kaynadığında kurbağanın kaçacak hali
kalmıyor.Meğer o yıllarda kafamı kurcalayan bu vâkalar, birer
alıştırmaymış.
Sonraları Pakistan'da onlarca cami saldırıya maruz kaldı. Binlerce
masum insan öldü. ABD işgalinin ardından Irak'ta daha fazlası oldu.
İnsanlar yadırgamıyor artık, zihinler alıştı. Oysa 30 yıl önce
böyle bir şey tasavvur bile edilemezdi. İslam dünyasında epeydir
zihinleri işleme mekanizması harıl harıl çalışmış. “15 Temmuz”da bu
hain mekanizmanın fabrikasyon bir ürünüyle daha yüz yüze
geldik.
Halep'in harabeleri arasında çocukların çığlıklarını izlerken,
halkı Müslüman bir başka ülkede insanların bayram havasında kutlama
yapıyor olmaları üzerinde üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir
vâka. Bizi böyle böyle alıştırdılar. Bizi, bize ait olmayan yaban
bir kültürle aşina kıldılar.
İnsanî ve ahlakî hiçbir kural tanımayan terörist saldırıların
mantığını ve bu mantığın kaynağını çok iyi bilmek lazım. Dünyada
sivillere yönelik terör saldırılarının ilk faillerini merak ettim.
“Terörizm” üzerine birçok kitap okudum. 1930'larda Filistin'de
Siyonist terör örgütleri tarafından sivillere yönelik bombalı
saldırılardan daha geriye gidemedim. James