Amerikalı yazar Ursula K. Le Guin, “Omelas’ı bırakıp gidenler” adlı kısa öyküsünde Omelas’ta bir isyan kurgulamamıştı. Öykünün kahramanları ruhlarının sefaleti karşılığında ayaklarının altına serilen ‘mutluluk şehri Omelas’ı en fazla terk etme gücünü kendilerinde buluyorlardı.
Omelas’ın herkesin bildiği sırrı, güzel kamu binalarından birinin bodrumunda, belki de ferah evlerden birinin mahzeninde mahsur tutulan küçük bir çocuk idi. Her gün itilip kakılan çocuk o kadar zayıftır ki bacakları çöp gibi, midesi kemiklerine yapışmış, günde yarım tas mısır ve lapa ile yaşıyor. Omelaslılar çocuğu bilirler, ona ne olduğunu bilirler, yine de yaşamlarına devam ederler. Mutlulukları çocuğun “olduğu” haliyle kalmasına bağlıdır. Guin’in gözlemi keskindir, “Bildiğim bir şey varsa, o da Omelas’ta suçluluk duygusu olmadığı” der. Yine Guin’in vurguladığı gibi, “Koşullar sert ve kesin; çocuğa güzel bir söz bile söylenemez.”
İnsanlıktan çıkarılan küçücük çocuk, Omelaslılar’ın yaşamlarında bir ahlakî değişiklik meydana getirmez. Arada sırada seyretmeye gittikleri çocuğu maruz kaldığı...