“Avrupa Birliği”nin Türkiye'ye yönelik politikası uzun süredir “ne içeri alalım, ne de dışarda bırakalım” pozisyonundan öteye geçmedi. Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Hırvatistan başta olmak üzere “Soğuk Savaş” döneminde otoriter rejimler tarafından yönetilen birçok ülkenin AB'ye girişleri çabuklaştırılıp kolaylaştırılırken Türkiye'ye sürekli “ev ödevi” çıkarılması işi yokuşa sürmekten başka bir anlama hamledilemez. Zaten AB içinde öteden beri Türkiye'nin Birliğe dahil edilmemesini savunan bir 'çevre'nin varlığı biliniyor. Zaman zaman, içlerinde taşıdıkları gerçek duyguları ele veriyorlar. Mesela, Türkiye için “İmtiyazlı ortaklık” önerisi bu yaklaşımın ürünü.
Türkiye'nin AB'ye alınmamasını savunan sözkonusu 'çevre' Türkiye'nin tarihsel geçmişiyle fena halde takıntılı bir zihniyete sahip. Bu çevrenin öne sürdüğü gerekçeleri dikkatli gözle analiz ettiğimizde karşımıza çok farklı bir Avrupa çıkıyor. Avrupa'nın da duruma göre kafasına geçirdiği maskeleri var. Avrupa Birliği, 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar “Türkler”i ne yapıp edip Avrupa'dan söküp atmayı 'kutsal dava' haline getirmiş ve büyük ölçüde bunu başarmış bir çevrenin mirası üzerinde kuruldu. Öyle anlaşılıyor ki bu tarihi miras