Uzun süredir “İslam dünyası içinde bulunduğu feci durumdan nasıl
çıkacak?” sorusunun cevabını arıyoruz. Bu soruya tatmin edici bir
cevap bulunabilmiş değil. Bu yapılamadığı için sürekli bocalama
halindeyiz. İslam uygarlığının merkezi topraklarında yaşanan
bunalımın belki de en önemli sebebi bu. Uleması da, aydınları da,
söz söyleme, etkileme ve dönüştürme gücünü yitirmiş görünüyor.
Ortak noktada birleşip toparlanamıyoruz. “Anlaşma dilimizi”
kaybetmişiz. Başka aktörler, başka dinamikler süreci etkileyip
yönlendiriyor. Çığ gibi giderek büyüyen kargaşa karşısında çaresiz
kalıyoruz. Akıntıya karşı giden tekneler gibiyiz, durmadan geriye,
'geçmiş'e çarpılıp atılıyoruz. Öyle zehirli tohumlar atılmış olmalı
ki toprağa, bir türlü yeşerip çiçek açamıyoruz. Yeniden yorumlama,
söz söyleme ve etkileme gücünü kazanmadan krizden çıkma şansımız
bir hayli zor görünüyor. Söz söyleme gücünü nasıl kazanacağız
peki?
1940'da Mısır'da “El Ezher” Üniversitesi'nin öncülüğünde mezhepleri
biribirine yakınlaştırma girişimleriyle başlayan süreç
tamamlanmadan akamete uğradı. Bu girişime Mısır, Irak ve İran
uleması destek vermişti. “Avrupa İslam Konseyi” 1981'de “Evrensel
İslami İnsan Hakları Bildirgesi” yayımladı ama Batı'da da, Doğu'da
da beklediği ilgiyi görmedi. İnsan haklarına İslami bir temel
çerçeve oluşturmayı amaçlayan bu girişim de sessiz sedasız akamete
uğradı.