Bir güzel vesile ile Malezya ve Endonezya seyahatinde bulunduk. Kısa süreli seyahatimizdeki bazı gözlemlerimizi, özellikle her iki ülkedeki İslâmî hayata dair tespitlerimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Endonezya’da İslâmî gelenekler ve dinî duyarlık, Malezya’ya nispetle daha güçlü ve daha canlı. Bir görünürlük olarak örnek vermek gerekirse, her iki ülkede de başörtüsü yaygın ama tesettür bilinci Malezya’da modernizm lehine bir hayli aşınmış görünüyor. Gerçek şu ki, ekonomik gelişmişlik seküler yaşam tarzını da beraberinde getiriyor. Yine de her iki ülke, yozlaşmaya karşı bizden daha dirençliler.
Endonezya’da bizzat tanık olduğumuz Java usûlü geleneksel düğün ritüellerinin ve törene yansıyan ilişkilerin, bu konuda ikinci bir gösterge olarak okunabileceğini düşünüyorum. Buna göre, Endonezya aile yapısı oldukça sağlam görünüyor. Kadim Java geleneği ve Müslüman tüccarlar aracılığı ile bölgeye girip yerleşen İslâmî değerler, bölge insanının yaşam biçimini şekillendirmeye devam ediyor. Akraba ve komşu ilişkileri oldukça sıkı görünüyor; genel insanî ilişkilere de dayanışma, saygı ve sevgi hâkim.
Söz insanlar arasında egemen olan saygı ve nezaket kurallarına gelince; gerek Endonezya ve gerekse Malezya insanları kadar bir başkasına karşı saygılı, kibar ve güler yüzlü davranan insanlara dünyanın bir başka coğrafyasında zor rastlanır diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Hacca veya umreye giden kardeşlerimizin karşılaştıkları bölge insanı hakkındaki ilk intibaları da bu değil mi?
Kendi adıma gözlemlerimde en çok etkilendiğim hususun, Endonezya-Malezya Müslümanlarının kadını-erkeğiyle namaza ve camiye verdikleri önem olduğunu itiraf etmeliyim. Özlediğimiz “Cami ve Namaz merkezli bir hayata” onlar bizden daha yakın duruyorlar. Bu sonuç, elbette kendiliğinden ortaya çıkmamış; güçlü İslâmî gelenek kadar, ilkokuldan başlayan sıkı dinî eğitim de belirleyici olmuş. Tabii ki, yakın tarihte kurulmuş bulunan her iki Müslüman devletin de, İslâmi kimliği bir “bekâ meselesi” olarak görüp tahkim etmek zorunda oldukları vakıası da burada bahis konusu edilebilir…
Vakıa şu ki; her namaz vakti ezandan yaklaşık on beş dakika önce cami hoparlörlerinden göklere yükselen Kur’ân-ı Kerim kıraatleri ve ezandan sonra da cemaat toparlanıncaya kadar süren zikir sesleri mümin gönülleri coşturuyor. Kur’ân kıraati, ezan ve zikirle titreşip adeta rezonansa giren yürekler, kadını-erkeği, yaşlısı-genci ve çoluğu-çocuğu ile mescidin (caminin) huzur verici iklimine koşuyor, huzuru Allah’ın huzurunda buluyorlar. Mescide/camiye yetişemeyenler sokak aralarına kadar yayılan Musallâlara (mini mescidlere) koşuyorlar. O da mümkün olmamışsa, birçok evde var olan Musallâ (namaz) odasında veya köşesinde namazlarını eda ediyorlar…