Siz, “Milli menfaat” uğruna yalan söyleyip, ahlak dışı davranabiliyorsanız, bir başkası şahsi çıkarları uğruna bunu niçin yapmasın!. Ülkeniz için yaptığınızı, inancınız, ideolojiniz, partiniz, takımınız uğruna da yapabilirsiniz demek ki! Biri bunu yapar ve itiraf ederse, “Dürüstmüş, dürüst davranmadığını itiraf etti.” Kanada Başbakanı Trudeau etik kuralları çiğnediğini itiraf etti.
İşte laiklik, siyaset ve ahlak ilişkisi asıl bu noktada düğümleniyor.
Ben diyorum ki, bir Müslüman bunu ya-pa-maz! Bir başkası da diyor ki, “o zaman bir Müslüman siyaset yapamaz”. Siyaseti yalan söyleme sanatı olarak görenler, yapanlar var. “Harp hiledir” diye başlıyor ve siyaseti örtülü bir savaş olarak görüyor ve o zaman da haramlar onun için mübaha dönüşüyor!
Bakın “adil şahidler olacağız. Haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, zalim düşmanımız da olsa. İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek!” Bunlar da “farz” hükümler. Çalmayacağız, yalan söylemeyeceğiz, kan dökmeyeceğiz. Allah’ın adını yalan yere ağzımıza almayacağız. Zina etmeyeceğiz! Daha sayayım mı!
Müslümanlarla müttehid, erdemli insanlarla erdem üzere müttefik, değer üreten herkesle, eğer bize düşmanlık etmiyorlarsa nimet-külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştireceğiz. Bu konuda “Hılful fudul”, “müellefetül gulub” anlayışı ile hareket edeceğiz.