“Dil”imizi kaybettik. Yani hem lisanımızı, hem kalbimizi kaybettik.
Anlatılanı anlamadığımız gibi, düşündüğümüzü de doğru ifade edemiyoruz.
İlim üretmeden terim üretemezsiniz, medeniyet üretmiyorsanız kavramınız olmaz. Tarih bilmiyorsanız, etimolojiden haberiniz olmaz. Alameti farikanız ve ona dayalı değer yargılarınız yoksa, epistemolojik bakış açılarınız olmaz.
Efradına cami, ağyarına mani bir bakış açınız yoksa bir şeyden bir şeyi tam olarak anlayıp ondan gerektiği gibi istifade edemezsiniz. Onu geliştiremezsiniz.
Folklorik anlamda gelenekle geçmişi tekrarlamayı erdem zannedersiniz.
Pazarda alışveriş ederken ki dille medeniyet inşa edemezsiniz. Hani “kelimelerden bir kelime dikecektik yeryüzüne, Adalet gibi, barış gibi, hürriyet gibi” o kelimelere yeni anlamlar yükleyecektik. Şimdi 2-3 kelimenin baş harflerinden şirket adı gibi, dernek adı gibi yeni kelimeler üretmekle yetiniyoruz, Sosyal mediada emojilerle haberleşiyor gençler.
Ama öte yandan; Meta Verse, Humanoid, Klonoid, Siborg, Trans Humanizm, Neura Link filan diyoruz, Radyo-Televizyon der gibi.
Bir de çikolata ithal eder gibi, Irak’ın işgalinde “Sorti”yi öğrendik, sonra salgın oldu “Pandemi”yi öğrendik, ardından “Mutasyon”, “Varyant”ı öğrendik, Dalan geldi, “alt geçit- üst geçit“ yerine “Viyadük” demeyi öğrendik. “Parti”miz var, “Parlamento”muz var, enflasyonla uğraşıyoruz, organik takılmaya çalışıyoruz, hijyene dikkat ediyoruz, geçinip gidiyoruz işte! Tamam da, şu parti giderse bu parti gelir.
Eee gelirse ya da gelecekse gelir. Parti “Parça” demek değil mi. Hepsi esas ve usulüne göre aynı şey değil mi, temel yapı itibarı ile. Ama bu bizden! O geleceğine bu gelsin.
Gelsin de buna kim karar verecek? Siyaset vekalet müessesesi değil mi? Vekalet alırsa gelir zaten.