Lütfü Doğan, CHP’nin boynunda
nazarlık muskası gibi duruyordu.. Yaşar Nuri, muhafazakâr kesimden
muhafazakârlara karşı kullanılmak üzere bir devşirme gibi, “Dinde
Reform” programının ılımlı bir misyoneri gibi duruyordu. Bu
katılımlar; CHP içinde “sağ”, “muhafazakar” bir katkı, katılım,
rasyonel, pragmatik, “kazan-kazan” bir iş birliği olarak
değerlendirildi.
CHP, içinde hep bir “ilahiyatçı”
bulundurdu. İnönü zamanında da bu böyleydi. Börekçisi vardı
onların. Müslümanları kontrol altında tutmak için madem siyaset
vardı, TSE damgalı Tevhidi Tedrisat çatısı altında İlahiyat,
İmam-Hatip, Kur’an Kursu vardı, bu da olmalıydı.
Bu konuda Demirel daha
“cömert” davranıyordu. Yanında birkaç müftü, milliyetçi muhafazakâr
isimler haricinde cemaat bağlantılı isimlere de kadrosunda yer
veriyordu. Dahası CHP’liler gibi bu isimleri perde gerisinde tutmak
yerine yanında, halkın önüne çıkartıyordu. Demirel, Adnan Oktar
gibi inşallah, maşallahı dilinden düşürmezken İnönü tam bir
“Kemalist muhafazakâr”dı ve “Allah” bile dememeye özen
gösteriyordu. “Hiç Allah demiyorsunuz” diyen bir gazeteciye İnönü
“Allahaısmarladık” demiş, ardından da “duydun ‘Allah’ dedim”
demişti. Demirel bu anlamda tam bir oportünistti. İcabında, yerine
ve adamına göre, solcular ona “Morrison Süleyman” derken o “Çoban
Sülü”, yanında
“İslamköylü Süleyman” adını da kullanıyordu. İnönü, dine ve
dindarlarla arasına hep mesafe koydu.