Düşündüklerinizi unutun.. Eğer o darbeyi başarmış olsalardı, yapmayı düşündükleri şeyler çok farklı olacaktı.. Neler olurdu mesela, hadi birlikte düşünelim..
Tabii korkunç bir infaz, gözaltı dönemi yaşanacaktı, ama bu kısa sürecekti. Çünkü her şey hazırlanmıştı.. İnfaz edilenler direndikleri için çıkan çatışmada öldürülmüş olacaktı. Ölenlerin arasında mesela çok sayıda Suriye ve DAEŞ’li çıkacaktı. Ama hiç birinin üzerinden kimlik çıkmayacaktı. DNA testi için bütün veriler Amerika’ya gönderilecek ama eşleştirmeler karıştırılıp, bir hacker saldırısı ile veriler silinmiş olacaktı. Yani infazlar faili meçhul olacaktı. Hatta kimlikleri bile meçhul olacaktı. Mesela Suriye’ye kaçtı denilecekti. Orada da ölmüş olacaktı. Direnenlerin Suriye ve DAEŞ bağlantısı tesbit edilenler (!), aynı zamanda ABD’nin bölgedeki askeri varlığına saldırı düzenlemiş olma ihtimali olanların bir kısmı ABD’nin bölgedeki askeri üslerine gönderilecekti ve isimleri gizli tutulacaktı. Burada öldürüldüğü halde bu şekilde dışarıya gönderilip kimlikleri gizlenebilecekti..
Diğer gözaltılar için Türkiye’de Guantanamo ve Ebu Gureyb benzeri dev temerküz kampları kurulacak, buradaki kişiler, ABD, İsrail, Almanya, Fransız istihbarat elemanlarınca sorgulanacak, kendilerine inanılmaz suçlar isnat edilecek, isbat için sahte tanıklar ve belgeler üretilecekti. Ama kimse bunların kim olduklarını, kaç kişi olduklarını, kimin hangi kampta tutulduğunu kimse öğrenemeyecekti..
Sonuçta halk ne olup bittiğinden haberdar olamayacaktı.. Zaten her gün yapılan dış ziyaretler, kutlamalarla televizyonlardan sürekli güzel haberler verilecekti..
Bu arada Gülen Hocaefendi Hazretleri alayu vala ile İstanbul’a gelecek, Mekke ve Medine ziyaretinden sonra Kudüs’ü ziyaret edecek, Türkiye’de bazı cami, cemevi, Ermeni, Rum, Süryani kiliselerinin açılışlarından sonra Patrikleri de yanına alarak Vatikan’a gidecek hem bölge ve hem de dünya barışı için önemli mesajlar verecekti..
İsrail, Mısır ve Suriye’den arkası arkasına ziyaretler gerçekleşir ve dörtlü zirvede bölge barışı için yeni bir deklarasyon yayınlanırdı. Filistin, Suriye ve Kürt sorunu çözülürdü. Mesela Güneydoğuda yerel yönetim özerklik şartı kabul edilir. Musul BM ve NATO’nun gözetiminde uluslararası bir komisyonca yönetilir.. Irak Kürdistanı, Suriye Kürt Kantonu ve Türkiye Kürt özerk bölgesi kendi arasında bir birlik kurardı..
ABD ve NATO ile bölge barışı işin yeni ve kapsamlı bir askeri işbirliği anlaşması imzalanır, Mısır ve İsrail de bu yapıya katılırdı.
Fetullah Gülen hocaefendi, bir yandan Nobel barış ödülüne aday gösterilirken, öte yandan İstanbul’da dinler ve medeniyetler arası diyalog ve işbirliği konseyi kurularak BM, AB, Arap Birliği ve Afrika Birliği’nden akreditasyon gerçekleştirildi. Öte yandan İstanbul Uluslararası İslam Şûrası düzenlenirdi. Ve tabii ki, hocaefendi kainat imamı tayin edilirdi. İşte o noktada Şii dünyası ile ciddi bir sorun yaşanmaya başlardı..
Dolar ve altın önce hızla yükselir, sonra hızla düşerdi. Alanında rezervasyon iptallerinin ardından bir patlama yaşanırdı. Yatırımlar da öyle..
İHH türü vakıf, dernek ve sendikalardan önce ciddi üye kaybı, ardından kapatma gündeme gelirdi. Erdoğan ve arkadaşları, Mavi Marmara yolcuları, terörle ilişkilendirilip UCM’ye gönderilirdi herhalde. Basına çekidüzen verilirdi. Zaman’ın tirajı 2,5 milyon. Bir sağ, bir sol, bir liberal, bir de bulvar gazetesi yeter. Tv sayısı da öyle, TRT yanında Gülen’e bağlı o kadar güçlü bir media topluluğu yanında uluslararası media temsilcileri de gelirdi. Siyasi partilerin çoğu kapatılırdı. 4 eğilimi toplayan bir ANAPvari Demokrat Parti, kontrol altında bir sol parti, bir de kontrol altında milliyetçi sağ parti yeter de artar bile..
Hocaefendi artık her gün bir ülkede ve Türkiye’ye geldiği zaman da her gün bir ülkeden gelen siyasi ve dini önderlerin ziyaretleri..
Suriyeliler zaten ilk günden ülkelerine geri gönderilirdi. Her gün birileri hocaefendiye tabi olarak özür diler ve affedilirdi herhalde.. Hocaefendiye tabi olmayan bütün dini vakıf ve dergahlar daha ilk günde kapatılır ve tabi olmayanların “karanlık planları ve ilişkileri” (!) deşifre edilirdi.. Mesela o yeni havaalanı ve kanal projeleri hemen iptal edilirdi. Taksim’e belki 3 semavi din için bir ortak mabed inşa edilirdi!
İlahiyat ve İmam Hatipler yeniden yapılandırılır, tüm dünyada yeni dine göre din adamları yetiştirmek için mevcut kolejlerin yanında yeni okullar ve sertifikasyon programları hayata geçirilirdi. Yeni üniversiteler kurulurdu. Amerikan kolejlerinin yerini Okyanus kolejleri alırdı herhalde.. Türkiye’de dev bir film stüdyosu kurulur, İslam ülkelerindeki radyo ve Tv’lere buradan “yeni din”i anlatan diziler, belgeseller ihraç edilirdi..
Anlayacağınız Türkiye “Küçük Amerika” olurdu. “Amerikano bir İslam”, “Amerikano bir Mehdi/Mesih” ya da “Halife”. Ve sonuçta TOM AMCA olurduk. İsrail’in koruyucu kalkanı, ABD’nin ucuz asker deposu, fedailer mangası, batının sıçrama tahtası ve askeri paratoneri, bölge devletlerini ABD, NATO ve AB’ye itaata zorlayan dünya derin devletinin jandarması olurduk. Bizi de beslerlerdi.. Batının devşirdiği bir “besleme” olurduk!