Ramazan bizim için bir “nefs muhasebesi” olmayacak mı idi. Hiçbir bahane bu görevimizi yapmamıza engel olmamalı. Yoksa din ile dünya işlerini birbirinden ayıranlardan oluruz, bizim için dünya ahiretin tarlasıdır. Bu böyle biline. Bundan gafil olarak Allah’ın ayetleri hatırlatıldığında yüzlerini buruşturanlara gelince onların kınamaları, kendi barındıkları bataklıklara daha fazla su basmaktan başka bir anlam taşımaz bizim için. O bataklıkta tepinip dururlar. O kınamaları ile aslında kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşarlar. Şeytanları onları kandırdı, keşke dönseler ama durum ortada! Derler ki, “siyasetçi halka duymak istediği şeyleri söyler. Gerçeği ise kendine saklar”. Vay onların haline! Bu durum aslında bir hastalıktan başka bir şey değil. Bu “kibir” hastalığıdır. Allah bizim “adil şahidler” olmamızı emreder. “El Emin” olması gerekir siyaset yapan kişinin.
Öyle ki, “evinizin anahtarını kendisine emanet etmekte sakınca görmediğiniz biri” olması gerek. Resulullah, “Atında binili iken kamçısı düşse, yanında kölesi dursa, ihtiyacı yoksa, kamçısını kendi atından inip alan kişidir.”
Bir de dünya krallarını düşünün! Kızlarımız Hacer’e, Meryem’e, Asiye’ye ne kadar benziyor. Oğullarımız Yusuf’a, İsmail’e. Yöneticilerimiz ne kadar Ali, Ömer, Osman, Ebubekir’e benziyor sizce. Onlara ve onlara benzeyenlere selam olsun.