Yoksa yine sabreden, şükreden ve direnenlerden olacağız. Kaybettiğimizde ise, “Ben nerede yanlış ya da kesik yaptım” diye sebebleri sorgulayacağız. Kazandığımızda ise yine sabreden, şükreden, direnen, infak edenlerden olacağız. Sonuçta bizi gören, duyan, bilen bir Allah var! Kadere, rızga, ecele hükmeden, hayır ve şer O’nun iradesine bağlı olan bir Allah, biz her zaman O’nun rızasını arayacağız.
Derler ki bir insan elini kana ve gözyaşına bulamadan insanları yönetemez. İnsanlar genelde kan dökücü, cahil, muhteris varlıklardır. Yumuşak başlı bilge bir insanı cahil ve azgın bir topluluğa baş yaparsanız orada kötülük ve düzensizlik hayatı yaşanmaz hale getirir. Nasıl evlilikte küfüv gerekli ise, yönetilen ve yönetenler arasında bir uyum gereklidir. Şartlar değişirse hüküm de değişmeli. Yöneten ve yönetilen acele tepki vermemek şartı ile insanların kendi yanlışlarını görüp düzeltmelerine imkan sağlanmalı, öğüt, ikaz mekanizmaları olmalı, iş süreklilik arz etmeye, inada binmeye başladığında tencere yuvarlanıp kapağını bulmalı. “U Borusu” gibi bir denge kurulmalı. Değişime uyum performansı en düşük seviyede olması gerek. Herkes için “yanlıştan dönme yolu” her zaman açık olmalı. Her zaman “ıslah / sulhetme yolu”nu seçmeliyiz. “Bilirseniz barış daha iyidir.”
Sahi elinizin “hijyen” olmasını istediğiniz kadar kalbiniz “hijyenik”(!) mi. Doğrusu “Tahir” mi! Midenize gönderdiklerinize dikkat ettiğiniz kadar kafanıza gönderdiklerinize dikkat ediyor musunuz! Sosyal Media’da dolaşan bir mesaj var: “Alnı secdeye giden başkanlar değil de, komünist bir başkan sempati toplamaya başlamışsa, o bizden olan başkanlar alınlarını secdeden kaldırıp, imanlarını ve istikametlerini gözden geçirsinler!”