Dine giriş, red ile başlar. La İlahe. Aslında biz yaratıldığımız da ilk ahid yani ilk sözleşmede, söz vermiştik Allah’a “Sen bizim Rabbimizsin” diye.
Dünya hayatında ikrarımız; “Hayır, Senden başka İlahımız olmayacak” şeklindeydi. Onun için “La İlahe” diye başlıyoruz. Burada kalırsak, dinsiz oluruz. Bir adım sonrası, “Yalnız Sensin İlahımız ve Rabbimiz” anlamında “İllallah, ancak Sensin” diyoruz.
Dikkat, “elesti bi rabbiküm” derken, “Ben Rabbiniz miyim” sorusuna muhatabız, Kelime-i tevhidi söylerken “İlahımızsın diyoruz Rabbimize.
Ve Allah (cc) bir başka ayetinde de, “kendinden başkasını İlah ve Rab edinmeyeceğimiz”e dair söz alıyor. Kimseyi bizim üzerimizde, hüküm koyucu, terbiye edici anlamına ortak kabul etmiyor. Öyle Müslüman oluyoruz. Ramazan’ın son haftasında, Tevhid ve Şirk konusu imani anlamda hayati öneme sahip bir konu. Birileri kişisel bazda, ülkemiz ölçeğinde, bölgesel ve global ölçekte bize İlahlık ve Rablik dayatıyor. Bu konuda dikkatli olalım inşallah.
Evet, “Hayır”, “Asla”! İmana girişte bu anlama gelen bir kelime var. “Def-i mazarrat, celbi menafiden evladır” zira.
“Hayır” diyen bir Türkiye hayalimiz vardı, şimdi onu da kaybediyoruz insanlık olarak, küresel çete karşısında sanki! “Uluslararası sistemle uygun adım” politikası tüm dünyada öne çıkıyor. Bu sisteme karşı çıkanlar küresel çete tarafından tasfiye ediliyor, ya da yaptırımlarla cezalandırılıyor. Şangay’daki çığlıklar yakında sizin karşı komşudan ardından sizin apartmandan gelirse şaşmayın. Pakistan’ın bugünü, sizin geleceğiniz olabilir. Her türlü fitne ve fesadın kol gezdiği bir dönemde 6 Mart 1913’de İstiklal marşımızın şairi şöyle haykırıyordu: