Bu sorum ne tek başına sokakta yürüyen insanlara, ne tek başına, vakıflara, derneklere, ne tek başına siyaset erbabına ve memurlara; herkese! Yaşadığı zamana ve mekana şahidlik eden, istikamet sahibi, akıl ve hikmet sahibi, çile’ye talip, sabretmeyi bilen, ehliyet ve liyakat sahibi bir neslin önünü açmalıyız. Ahmak, budala, marka tutkunu, dünya hayatını keyif, eğlence ve oyun olarak gören, şöhret budalası, müsrif ve hedonist, müstekbirlere kapılarımızı kapamalıyız.
Şu “şehir”, ”aile”, “eğitim” ve “kültür”, “Media” meselesini çözmeliyiz artık. Gidilen yol yol değil. Fiziki şartlar yanında o manevi iklimi oluşturmazsak, bunlar “ölü can”lar olarak yetişecekler. Memleketin bu “kifayetsiz muhteris”lerin elinde oyuncak olacağının ilk işareti olacaktır bu durum.
Ha! Çok da umurumda değil. Allah’ın ipini bırakacak olursak, Allah da bizim ipimizi bırakır. İmtihanımız o yönde gelişir. Allah’a ve ahiret gününe iman edenler için sadece imtihanın şekli değişir. İman edenlere gelince, yine onlar istikamet üzere, sırat-ı müstakim olarak, doğru yönde ileri doğru yürümeye devam edeceklerdir. O bizi sabredenlerden, şükredenlerden ve haksızlıklara, zulme, sömürüye, ifsat ve tefrikaya karşı direnenlerden bulacak!
İstişare ve şûradan, ehliyet ve liyakattan vazgeçmeyelim. “El emin” olalım, Adaletten ayrılmayalım. “El emin” olalım, Veresetül enbiya olalım, Hılful fudul yapalım. Yesrib’i Medine yapan o anlayışa sahip çıkalım. Ötekilerle adalet temelinde, barış ve hürriyet anlayışı içinde farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamayı bilelim.
Haz ve tüketim kölelerinden, malayani işlerden, faydasız ilimden Allah’a sığınalım.