Osmanlı’da eğitim ve siyaset Selçuklu’dan tevarüs eden sivil reflekslerin güçlü olduğu, hiyerarşiden çok merkezinde dinin yer aldığı ve törenin şekillendirdiği bir müessese idi. Bu gelenek 1453’e kadar böyle devam etti.
Yani “devletlü”lerin çocukları saray uleması tarafından değil, geleneksel medrese de sivil halkın çocukları ile birlikte okurdu. Fetihten sonra önemli müderrisler İstanbul’a gelmeye başladılar. Burada medreseler kuruldu, devlet de onları davet etti ve himaye etti. Bu zamana kadar devlet, alimin ayağına giderken, alimler devletin ayağına geldi. 1500’lerde Kanuni döneminde saray oluşunca, saray kendi “Hassa”larını oluşturmaya, çocuklarını saray içinde oluşturulan mekteplerde özel hocalara okutmaya başladı. Saray ile halk ayrıldı, alimlerin şöhret sahibi olup saraya yakın olanları da artık halktan bir şekilde uzaklaşmaya başladı.
1600’lerin ortalarında Westefelya süreci ile Osmanlı ile batılı devletler arasında zenginlik yarışı ve güç gösterisi başladı. Özellikle Endülüs’ün ve Hindistan’ın kaybı büyük bir şok etkisi yaptı.
Dikkat edilmesi gereken bir olay var bu arada. 1517’de, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethedip, Memlûk Devleti’ne son verdi ve halifelik makamı İstanbul’a, Osmanlı Hanedanı’na geçmişti. Bu olaydan 4 asır aradan sonra, 3 Mart 1924 tarihinde hilafet makam olarak kaldırılıp yetkileri, Cumhuriyetin şahsı manevisine devredilmişti.
“Kutsal Roma”nın karşısında, zaten Bir “Kutsal doğu Roma” yani “Konstantinapolis” vardı ve o da Müslümanların eline geçmişti. Müslüman Sezar Ortodoksluğun koruyucusu olmuştu. Hilafeti de alınca İslam dünyası için İstanbul yeni bir manevi merkeze dönüşmeye başladı. Çünkü İstanbul bu anlamda aynı zamanda dini, siyasi bir merkez olmasının yanında ilim açısından da merkez olmaya başladı. Ancak Westefelya süreci sonunda Endülüs ilim mirasını ve sömürgelerden gelen el yazması eserlerin tercümesi ile Batıda Rönesans yükselirken bizde düşüş başladı. Lale devri imaj tazelemek için makyaja yöneldi.