Paralel devletten daha tehlikeli olan Paralel bir din ihdası gayretleridir ve bu konu yeni bir plan da değildir. Kur’an-ı Kerim’i değiştiremeyince onun anlamını değiştirmeye çalıştılar.
Laiklik ve sekülerizm dinden uzaklaştırma projesi idi, dini ekonomik, sosyal siyasal hayattan tecrid ederek, bireysel planda vicdanlara, toplumsal planda vicdanlara hapsedeceklerdi. Din ritüel ve seremonilere indirgenecektir.
İslam’a bir yeni bir Saul (Nam-ı diğer Pavus. Hristiyanlığın kurucusu) aradılar olmadı. Yeni bir Luther, Calvin aradılar olmadı.. Kur’an-ı Kerim’i ya “bir ölünün toprağına okunup üflenen” ya da duvara asılıp muhtevasından habersiz saygı duyulan bir ikon haline getirmeye çalıştılar.
Sonra âyetleri parça parça ettiler.. Sufi’lerin, Şii’lerin, Selefi’lerin, Laiklerin ayrı ayrı kitapları oldu. Sonra işi gücü bırakıp birbirlerini tekfir etmeye, birbirleri ile savaşmaya başladılar. Allah’ın emrine riayet etmezsen haram, resulün sünnetine uymazsan mekruh, bunlar gibi düşünmezsen dinden çıkartsın. Onlardan yana değilsen “Yezid” diye, “Şeyhi olmayanın şeyhi Şeytan” diye, “Müşrik” diye keserler adamı.. Oysa ehli Suffe de bizim, Selef-i Salih’in geleneğinden gelenler de, Ali Şiası da bizim.
“Cahillik” diyorsun, profesör diye karşına Yaşar Nuri’leri, Zekeriya Beyaz’ları çıkartıyorlar..
Topyekûn saldırıya geçtiler. Biri çıkıyor Kur’an-ı Kerim’in tarihselliğinden söz ediyor. Öteki meali adeta âyetle özdeş hale getiriyor. Müteşabih âyetleri kendi zannı ile yorumlayıp istihracını muhkem nas gibi takdim ediyor. Biri Ebced hesabı ile ezoterik yorumlar yapıyor, bir başkası âyetlerin sembolik anlamları olduğunu söylüyor ve çok farklı anlamlar yüklüyor âyetlere. Öteki çıkıyor Hz. Peygamberi “emekli” ediyor, hadisleri görmezden geliyor. Öteki nerede ise, peygambere ulûhiyet isnat edecek, uydurma hadisleri muhkem nas yerine koyuyor. Nebevi sünneti hariç de tutarsanız namazın vaktini ve şekli