Sufiler eskiden devlet kapısından uzak dururdu. Kul hakkı deyince akan sular dururdu. İnfak kültürü hakimdi. Tevazu esastı. Kendilerini “Fakir” olarak tanıtırlardı. “Kanaat” etmeyi bilirlerdi. Tıpkı balonla yükselen biri gibi safraları, dünya malı, mevkiini atarak yükselmeye çalışırlardı. Nefisleri en büyük düşmandı. “Nefs terbiyesi üzerinde yükselen bir ahlak” anlayışı vardı. Kibir en büyük hastalıktı. “Ruhları bedenden kurtulduğunda özgür kalacaklarına” inanırlardı. Ölüm asude bir bahar ülkesi” idi onlar için. Dünya “sürgün yeri” idi, vefat ettikleri gün “şeb-i arus” sayılırdı. Heva ve heveslerinin peşinde koşan, canlarının istediği, kimseye danışmadan tek başlarına olmak istemezlerdi. “Beni bana bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma Allahım” diye dua ederlerdi.. Müslüman kardeşlerini kendilerinin velisi kabul eder, ilim ve hizmet sahipleri ile istişare eder, onların öğütlerini gökteki yıldızlar gibi kabul ederlerdi. Bir konuda karar vermeden önce, o şey hakkında sözü olan, o karardan yarar ya da zarar görmesi muhtemel herkesle imkanları ölçüsünde müşavere ederlerdi..