Westfalya Antlaşması aslında kurulacak yeni dünya düzeninin ilk adımı olarak kabul görmüştür ki doğrudur. Bu yeni düzenle birlikte devletlerin yapısı ve devletler arası ilişkilerin çerçevesi de belirlenmişti.
Uluslararası disiplinin mihenk taşı olarak kabul edilen antlaşma ile din/kilise devletin temelini oluşturma imtiyazını kaybettiği gibi, din adeta dünya dışına itilmiş oldu.
Westfalya Antlaşması’na götüren 30 Yıl Savaşları’nın asıl saiki din olmasa da savaşların her aşamasında din yoğun şekilde istismar edilmiştir. 1618-1648 yıllarında yaşanan savaşları sona erdiren Westfalya Antlaşması sonrası din ve ideolojinin etkisi kırılınca Avrupa’da seküler ulus devletler doğdu.
Bundan sonra, bilhassa savaşlarda istismar ve meşruiyet aracı olan din, Avrupa Devletleri için “Kilise içinde yaşayan ritüelden ibaretti.” Anlayacağınız iç siyaseti etkileme gücünü yitiren din, devletlerin dış ilişkilerini belirlemekten de mahrum bırakılmıştı.
Avrupa-din ilişkisi için söylediklerimizi Amerika için söyleyemeyiz. Zira geçen yüzyılda dünyanın en dindar Hristiyan ülkesi Amerika’ydı. Birkaç yıl önce yapılan ankette Amerikalıların yüzde 90’ı “din hayatımızda önemli-çok önemlidir” demiştir.
Dinin bu kadar önemsendiği bir ülkede anayasanın, yasaların, iç ve dış politikaların dinden etkilenmemesi düşünülemez. Üstelik Amerika için işin bir başka boyutu daha var;