II. Dünya Savaşı ile güçlenip yayılan küresel sermaye, SSCB dağıldıktan sonra Rusya’nın üzerine karabasan gibi çöktü. 1990’dan sonra bu ülkede özelleşme adına ne varsa küresel sermayenin eline geçti.
Küreselciler bu tarihten itibaren başladıkları kuşatma ile Rusya’da sadece özelleştirilen alanları değil, ekonomi, medya ve siyaseti de kontrol altına aldı. Bu durumu fark eden Ruslar kaybettiklerinin hangi felakete yol açacağını görüp harekete geçti. Küresel sermayenin Rusya’yı teslim alması Rus halkında sadece fevri tepkilere yol açmadı, onların organize bir şekilde küreselcilere karşı durmalarını da beraberinde getirdi.
Rusya uyandı.
Özelleştirme ile Rusya’yı yönetme gücünü ele geçiren Amerika’da konuşlu küresel sermayeye tepki olarak Putin gibi bir lider doğdu. Putin küresel sermayeye karşı savaş açtı ve zorlu mücadelenin sonunda küresel sermayeyi Rusya’dan kovdu. Küresel sermayedarların yerine kendi zenginlerini oluşturan Putin, güvendiği, yani uluslararası sermayeden uzak duran zenginlerle başlattığı “milli ekonomi, milli sermaye” hamlesi ile başarılı oldu. Putin ve Rusya bundan sonra Batı tarafından “lanetli” ilan edilerek yaptırımlarla cezalandırıldı, el an bu cezalandırma devam ediyor.
Her ne kadar küreselcilere karşı ABD’de de benzer bir reaksiyon gelişse de küresel sermaye Amerika’da ayakta kalabildi ve bugün de Amerika’da Trump ile savaşan kesim bunlardır.
2003’e kadar Türkiye de küresel sermayeye teslim olmuştu. Recep Tayyip Erdoğan iktidara geldikten sonra bir yandan küresel sermayeye karşı politikalar geliştirdi, öbür yandan da küresel sermayenin Türkiye’yi AB’ye aldırma isteğinin doğurduğu imkanlarından yararlanarak çıkardığı “uyum yasaları” paketleri ile Türkiye’ye ciddi mesafeler aldırdı.