Olmayan kol, kısa kalan bacak, hareket kabiliyeti yitiren gövde, bir adım öteyi net görmeyen göz. Veya sese duyarsız işitme organı. Hayatın içinde varlığını sürdürme çabasına mecbur kalındıktan sonra, hastalık veya kaza, doğuştan veya sonradan olmuş ne fark eder ki? Fark edilmeyeceği, hayat sürecinde karşılaşılan engelleri aşma çabası içinde yer alınca, daha iyi anlaşılıyor. Tüm bunlara rağmen ‘Çaresizlik, teslim olmak anlamına gelmez…’ anlayışımızla, umut var oluyor insan. Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de “… Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.” (Yusuf Suresi 87) buyuruyor. İman sahibi insanın içinde beslediği umudun, dayanma gücünü artırmasının bir neticesi olarak, her gününe yeni bir anlam kazandırma, güzel günlerin de adeta müjdecisi oluyor...
Yıllarca özürlü, özel, ayrıcalıklı, farklı, engelli gibi tanımların muhatabı olan bireylerin her alanda olduğu gibi, yaptıkları fiziksel aktivite ve egzersizlerle, o eski başaramaz, yapamaz anlayışının, olumsuzluk batağından nasıl sıyrılıp çıktığına, şahit olmaktayız. Her sekiz vatandaşımızdan bir tanesinin özel kategoriye dahil olduğu düşünülürse, konunun önemi daha da artmakta. Bu kategoriye giren milyonlarca insanımızın bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yetisini kaybetmesi ve normal hayata ayak uyduramama durumunu ortada kaldırmak, ancak ve ancak vicdan taşıyanların görev üstlenmesiyle mümkün…
DAMDAN DÜŞMEYE GEREK YOK…
Engelli bireylerle ilgili araştırmaların ortaya çıkardığı sosyal dengesizlik vurgusunun önemi, ayrımcı gruplar kategorisinde yer almasını, yaşamadan nasıl anlayabiliriz ki? Hassasiyet için mutlaka, bizim de o özel insanlar gibi olmamız mı gerekiyor! Bu yaklaşımımız her ne kadar Nasreddin hocanın ‘Damdan düşeni getirin…’ fıkrasını hatırlatsa da, hareket ve egzersiz, takip eden süreçte spor yapma imkânı v...