Ülke insanımızı diğer milletlerden ayıran en büyük özellik, İslam inancının kimliğe kazandırdığı ‘merhamet’ duygusu. Merhamet tabanlı bu duygu çemberi/zincirinin etrafında yaklaşım/paylaşımlar, bizi biz yapan kişilik, karakter sonrasında ise davranışlarımız üzerinde etkili oluyor. Ümmet peygamberi Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V.) buyurduğu gibi; ‘Komşusu aç iken tok yatan, bizden değildir’. Hz. Ömer (ra) ‘İnandığımız gibi yaşamıyor isek, yaşadığımız gibi inanmaya başlarız’ sözündeki altın kuralı, ‘nefsimize’ tutsak olduğumuz için hayatımıza uyarlayamadık. Biz biz olmaktan çok, ‘kötüleri’ taklit etmeyi yeğledik. İşte o vakit değişim/revizyona uğradık. Önümüzü kesen aynalarda bile kendimize yabancılaştık...
Genlerimizde taşıdığımız iyi niyet, duyarlılık ve hassasiyeti zaman zaman harekete geçirmek gibi bir atılıma kalkıştık. Tek bir nedeni vardı, kurumak üzere olan vicdanlara ‘belki’ canlılık kazandırırız. ‘Sosyal sorumluluk’ adı altında ki gerçekleştirilen hameleler, yapmamız görev ve sorumluluğumuzu, ‘mutluluk’ tablosunu su yüzüne çıkardı. Su yüzüne çıkmak kadar, suyun yüzeyinde kalmakta önemliydi. İlk kulacı atmıştık ama, devamını getirememiştik. Peygamberimizin bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi ‘Allah’ın (cc) sevdiği amel az da olsa, sürekli olan ameldir’ sözünü hayatımıza uyarlayabilsek, işte o an ‘engelleri’ ortadan kaldırıp, kazançta devamlılığı sağlarız...
Durgun suya atılan bir küçük taşın, düştüğü su yüzeyinde oluşturduğu sayısız halka. Veya sahile/karaya vuran milyonlarca deniz yıldızlardan sadece birinin, tekrar hayata dönmesine vesile olunma hikâyesi gibi. Hayali kurulan o sorumluk bilinci, engelli bir vatandaşın her defasında ‘‘Yok mu sesimizi duyan?.. Yok mu sesimizi duyuracak olan?.. Yok mu bizi anlayacak olan?..” İstek ve arzularının hayat bulması hayali gibi. Spor camiası işte bu çağrıları her ne kadar kapsamı açısından ‘sınırlı’, devamlılık açısından ‘anlık’ olsa da, yapılanın her eylemin büyük muhteva taşıyacağını göza...