Sporun içerisinde yer alan ‘engelli’ bireyler ve faaliyetlerinden bahsederken, her bir yazı bize, özel insanlara ‘engel’ olmamayı öğretti. Bu süreçte, uzuvlarından birisinin eksik olması, sadece spor alanında değil normal hayatta da, kişi için kayıp olmadığını gördük. O özel insanlara imkân verildiğinde neleri başarabileceklerini şahidi olduk. Göremediğimiz yerde ise, akıl tutulmasının kurbanı olduğumuzu fark ettik. Gözleri kör olan İhsan kardeşimiz ‘Asıl sıkıntı, beynin kör olması...’ sözü, her şeyin özeti gibi...
ONLARI ANLAMAYA CESARETİMİZ Mİ YOK?
Kısır döngü, kısır çekişme üretim/verimliliğin önünde ne büyük engel. Biz yaptık demek yerine, ben yaptım oldubitti anlayışıyla, bir yere varamayacağımızı artık öğrenmemiz gerek. Başımıza gelmeden, konuya ehemmiyetli yaklaşmıyoruz. Aile içerisinde bir ‘engelli’ birey olduğunda, o aile seferber oluyor, yaşanılan evi nasıl uyumlu hale getirebilirim, çalıştığı iş yerini vs. Kör olan, duymayan, sakat veya algılaması zayıf olan (bu kelimeleri kafamıza yerleştiren İhsan kardeşimize teşekkürü borç biliyoruz) bir bireyin hayatın hangi aşamasında ne tür zorluklarla karşılaşacaklarını kim, nasıl tam olarak anlayabilir ki? Yaşamadan bilmenin mümkün olmayacağı yerde, yapılması gereken bizzat bu süreci yaşayanlardan dinlemek/öğrenmek! Yoksa buna cesaretimiz mi yok?..
Düşünün, kamu veya özel bir sektörde üst düzey yönetici konumundayız. Bir gün tekerlekli sandalyeyle veya gözlerinizi kapalı şekilde olarak iş yerine gidin. Çok değil mesai saatlerinizi o şekilde tamamlayın. İşte o vakit hayatı, sahip olduğumuz bilgiyle (belki o bilgi bir yere kadar), kendimize göre değil, yaşamın bir kesitini yaşayarak yorumlama/öğrenme imkânına sahip olacağız. Mahallemiz, sokağımız veya sitemizde özel çocuklar (zihinsel algısı zayıf) var ise, çok değil sadece birkaç saatliğine ailelerinden alın ve onlarla ilgilenin. İşte o vakit, aklımızla değil hayatın içerisinde yer alarak öğrenmenin, daha etkili olacağını görmüş oluruz...
TFF VE ENGELSİZ FUTBOL...