Kimsenin hal ve hareketine sözümüz olmadığı gibi, benim inancıma yönelik her türlü davranış ve söyleme karşı, savunma amaçlı karşı koymak gibi vazifemiz var. Gayemiz, yaşadığımız gibi inanmak yerine, inandığımız yaşamak. İslam ülkesinde, Müslüman kimliğimizi taşımak/korumak gibi vazifemiz var. Allah’ın rızasını kazanma adına yaşadığımız süreç, her ne kadar meşakkati de beraberinde getirse de, insan sabır ve mücadelenin sonundaki mükâfatı düşündükçe, gönlü hoş, dostu samimi, yarınları aydınlık oluyor. Aynı gemide yolculuk yapıyoruz, madem mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamak istiyoruz, öyleyse sahip olduğumuz milli ve manevi değerlere saygı göstermek gibi bir zorunluluğumuz olmalı!..
Ramazan oruç ve bereket ayı. Allah’ın kendisine inanan biz kulları için farz kıldığı ibadet, oruç, Müslüman diyen her insana farz. Tabii inanmak yetmez, inandığımızı uygulamamız gerekiyor. Bunu yapmak için engel veya yasak mı var? Bu sorunun şimdilerde muhatabı ekmeğini futboldan kazanan oyuncular. Oruç tutmak isteyen futbolcu, yönetiminden karşı gelenler oldu. Öğlen sıcağı veya iftar saatine çalışma/antrenman koyan başkan ve teknik adam gibi. Geçmişte bunun birçok örnekleri var. Günümüzde ise bu batıl anlayışı devam ettirmek isteyen şahıslar/kurumlar yok değil. Futbolun yöneten ve yönlendiren Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) tam iftar saati maç koymasının (kötü düşünmek istemiyoruz ama) anlaşılır bir yanı yok. Karşılaşmanın başlama saati 19.00 veya 20.00. Önceleri Ramazan ayında oruçlarımızı ateşlenen ve şehri kuşatan ‘top’ sesiyle açardık. Şimdilerde ise bu anlayışın yerini günümüz hastalığı olan ‘futbol’ aldı. Bir başka ifadeyle, iftar saatinde bir yandan oruç açarken, aynı anda maç izleme/oynama durumunda kalınılıyor.