Ahlâksızlık, fanatizm, para, ırkçılık, şiddet, şike ve diğerleri. Tüm bu unsurlar, futbol başta olmak üzere ‘spor’ kelimesinin içinin, işlevsel olarak boşalmasını tetikleyici unsurları oluyor. Bugün, ülkemizin en iyi teknik direktörü on maç, ülkenin en seçkin kulüp başkanı altı ay hak mahrumiyeti alıyor, dünyanın en iyi sporcuları doping yaptığı gerekçesiyle pistler, ring ve sahalardan kopup gidiyor, kamuoyunun yıldız dediği oyuncu magazin sayfalarında yer alıyor ise, bu durum insanın kendi kendine zulmetmesinden başka ne manaya gelebilir ki! Tüm bu olanları gördükten sonra, sadece ülkemizde değil, dünyada ‘spor’ yasaklansın dememiz için, bu sürecin içinde tam 25 yılımızı vermemiz gerekiyormuş, demek ki! Çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemlerinin, her bir zaman dilimi beş yıla karşılık geldiğinde, paylaştıklarımızın yabana atılmamasını gereken konulara ‘itiraz’ etmek, kimseye bir şey kazandırmayacağı, her halinden belli olsa gerek. ‘Soran dağlar aşmış, sormayan düz yolda şaşmış…’ atasözünü çok benimserim. Bu söze bağlı kalarak, her konuda olduğu gibi sporun amacından uzaklaşmasında sadece bir basamak olan ‘ahlâk’ konusunda araştırma yaptığımda Ankara, Çankaya İlçesi Gençlik ve Spor Hizmetleri İlçe Müdürlüğü’nün 2015 yılında, öğretmenler arasında Türkiye Genelinde organize ettiği ‘Sporda ahlak ve maneviyat’ adlı kompozisyon yarışmasında yer alan eserler dikkatimizi çekti. Ülkemizin dört bir yanında, farklı branşlardan öğretmenin katılımıyla gerçekleşen ve duyguların kelimelere nakşedildiği her bir kompozisyon, eğitimci veya seyirci olarak spora ahlak ve maneviyat boyutunda anlamlı yansıması oluyor. Düşünce ‘fırtınasına’ şahit olurken, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri! Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!...’ şeklinde başlayan ve ‘…Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak! Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?’ şeklinde tamamlanan, muhasebe...