Günümüz şartlarında spor aracılığıyla ulaşamayacağınız kesim, bu kesimlere ‘enjekte’ edemeyeceğiniz anlayış yoktur. Diğer bir ifadeyle, toplumsal bir varlık olan insanı, spor vasıtasıyla olumlu/olumsuz, her türlü muameleye tabii tutabilirsiniz. Üstelik yaptığınız işi kanunlar, yönetmelikler gibi yasal zemine de oturtabilirsiniz. Örneğin spor yapmak isteyen kız çocuklarının eğitimi, erkek eğitmenler vasıtasıyla (mevcut kadın eğitmenlerin varlığını yok sayma pahasına) gerçekleştirme veya sporculara reva görülen açık-saçık kıyafetlerle yapılır. Birileri sporu kullanıp, (bunlara modern, çağdaş, entelektüel deniliyor) örf, âdet, anane, gelenek ve göreneklerin yanı sıra, sahip olunan dini inançların çok rahatlıkla yara alması, hatta yok olması sağlanabilir…
Nasıl ki, küçük günahların büyük günahları tetiklediği gibi, alışkanlık haline gelen davranışların da ‘öğrenilmiş cesaretsizliğe’ dönüşebileceğini Hindistan’da fil yetiştiriciliği örneğiyle somutlaştırabiliriz. Yazar Yaşar Süngü, bu örneği önceki gün köşesindeki yazısına taşımış. Yazımızın içeriğiyle bağdaşan bu örnekten biz de etkilendik, paylaşalım; “Hindistan’da filleri yetiştirmek için kalın bir zincirle bağlarlar. Tabi yavru filin bu zinciri koparabilmesi, kırabilmesi ya da kazığı söküp atabilmesi mümkün değildir, zira buna gücü yetmez. Küçük fil önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener ama sonucu değiştirmez, özgülüğüne kavuşmaz. Yıllar geçer, fil kocaman olur... Bağlı olduğu kazığın ve zincirin onlarca katına gücü yetebilir artık. Ama fil asla böyle bir girişimde bulunmaz. O özgür olamayacağına inanmıştır, artık kırılmayan şey, filin zinciri değil inancıdır…”
‘İnandığınız gibi yaşamıyorsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız’ başlıklı yazısında değerli büyüğümüz Yaşar Değirmenci ise şu ifadelere yer veriyor; “Müslümanlar olarak gün geçtikçe yaşayan değil tartışan bireyler olma eğilimini benimsemiş gözükmekteyiz. Oysa din, sadece iman değil, aynı zamanda ameldir. ‘Allah, bir topluluğa şer murat ederse, onlara tartışma kapısını açar ve onları amelden alıkoyar.’ Yaşanmayan, hayata intikal etmeyen, vicdanlara hapsedilmiş bir din ve iman sadece bir iddiadır. Dindarlık ise iddia ile olmaz.”
Nefse hoş gelen her şey, istek ve arzuları da tetikler. Gün olur, insanın gözünün yanı sıra, duygularının önüne de adeta bir perde iner. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra, Peygamber Sünnetinden uzaklaşılmaya başlanır. Müslümanlığımızın gerekliliği göz ardı edilerek kişisel ve keyfiyetten türeyen arzular oluşur. Çocukluk, gençlik derken, yaş kemale erip, ölüm gelip kapıyı çaldığında ise artık çok geç olduğuna anlarız. Ama ne fayda!..
Tüm bu söylediklerimizle, sporun nasıl bir ilişkisi olabilir ki? ‘Ağaç yaşken eğilir’ der, atalarımız. Sporun alt yapısını çocuklar oluşturuyor. Haliyle, Siyonist ve Haçlı anlayışın hedef kitlesi, genellikle çocuklar olur. Bugün spor adı altında birçok branşta çocukların saf ve bir o kadar öğrenmeye aç beyinlerini, ‘modernlik’ menşeli batıl düşünce ve aktiviteleriyle doldurursanız, nasıl bir geleceğin onları beklediğini (tamamen, yukarıda belirtiğimiz Müslümanlığın gerektirdiği değerlerinden uzak kalacağını) anlamakta zorluk çekmeyiz. Bugün yüzme seanslarında erkek ve kız çocuklarını aynı havuza sokan anlayış hüküm sürüyor. Uluslararası Kızılhaç Komitesi, İsrail’in abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi’nde Filistinli çocuklardan ampute futbol takımı kurması, bir başka örnek. Benzer yaptırım/oluşumlar iyi niyet taşımadığına göre; bu tür uygulamalar, sporu ‘ayrıştırıcı’ anlayışa maşa/kurban etmekten başka manaya gelmez…