TÜBİTAK ödül toplantısındayız ve kürsüde Sayın Cumhurbaşkanımız. Her zamanki gibi döktürüyor. Söylediklerinin çoğuna katılmamak mümkün değil. Metin yazarı meseleden anlıyor gibi. Ne diyor: "Kendi teknolojimizi üretmezsek, kendi ürünlerimizi yapmazsak, gerçek manada bağımsız olamayız. Siyasi bağımsızlık, ekonomik ve teknolojik açıdan desteklenmedikçe kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur."Bu satırlara itirazı olan var mı?Benim yok.Hele hele şu cümle tam yerinde bir tespit: "İlimle bağı güçlü olan toplumların uzun yıllar boyunca varlıklarını sürdürdükleri görülüyor. Bu bağın zayıf olduğu milletlerin ise ayakta kalma şansı zayıftır..."Örneğini de ben vereyim. Osmanlı Devleti...Osmanlı Devleti tam da bu sebepten tarih sahnesinden çekildi. Özellikle 16. yy'dan sonra bilimle arasını açtı. Hatta bilimi defterden sildi de desek olur.İslam dünyasının bilimle buluşması Abbasi Halifesi Memun döneminde başlar.Halife Memun 830 yılında Beyt El Hikme (Hikmet Evi) adıyla önemli bir merkez kurar ve burada bilim adamlarını toplar. Bununla da kalmaz, eski Grek ve Mısır bilim adamlarının bütün eserlerini Arapçaya çevirtir. Öyle ki kitap çevirip getirene kese kese altın verdiği söylenir.İşte bu çevirilerle birlikte bilim, İslam toplumlarında parıldamaya başlar.Felsefenin öncüsü Farabî, Tıp ve Fizikte İbn-i Sina, Aritmetikte El Cabir, Ömer Hayyam, Optikte bir deha El Heysem, Endülüs'te büyük bir filozof İbn Rüşt, Astronomide Birunî, Ali Kuşçu, Uluğ Bey ve daha niceleri yetişir..Bu sırada Batı, İncil'e kapanmış tam 1400 yıl sürecek bir fanusa kendini kapatmıştı..Grek felsefesinden sadece Hristiyanlıkla uyuşacak olanları almışlardı. Geri kalanını dünyevi sayarak din dışı ilan etmişlerdi.