BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu'ndan öğrendik.
Bundan böyle...
Öcalan’la asla görüşülmeyecekmiş.
Kandil’le katiyen temas kurulmayacakmış.
Ne Öcalan’ı, ne Kandil’i yahu! HDP ile bile yan yana
gelinmeyecekmiş.
Kürt sorunu denilen o büyük sorun, artık bu şekilde
çözülecekmiş.
*
Vay vay vay!
Vay ki vay!
Demek kırk yıllık o devasa Kürt sorunu, 10 maddelik bir planla
çözülebilirmiş.
Demek o kadim sorun, Öcalan’sız da, Kandil’siz de, HDP’siz de
çözülebilirmiş.
Demek “terörist” ile pazarlık yapmadan da sorun çözülebilirmiş.
Demek MHP haklıymış, CHP haklıymış ve eskinin lanet statükosu
haklıymış.
*
E o zaman soralım:
Madem sorun, bu şekilde çözülebiliyordu Sayın Başbakan!
O halde...
Siz niye Oslo’da çok tehlikeli ve riskli masalar kurmaya kalktınız
ki?
Siz niye Habur şenliklerine müsaade ettiniz ki?
Siz niye baldıran zehri dili ve edebiyatının en nadide örneklerini
ortaya koydunuz ki?
Siz niye Sırrı kardeşimiz ile Kandil arasında köprüler kurdurdunuz ki?
Siz niye İmralı ile Kandil arasında mekik dokudunuz ki?
Siz niye “Öcalan şöyle büyük adam, böyle büyük adam” diye lügat
paralattınız ki?
Siz niye Diyarbakır meydanlarında Öcalan bildirileri okuttunuz
ki?
Siz niye “Çözüm Süreci... Çözüm Süreci...” diyerek beynimizde boza
pişirdiniz ki?
*
Sayın Başbakan!
Sayın Davutoğlu!
Size soruyorum:
Madem en sonunda dönüp geleceğiniz yer.