Ahmet Altan “Atatürkçülük”te karar kılmış... “Onu arar hale geldim” diyor.
Hidayetin geç olanı mı makbuldür?
Bunu geç dönem döneklerine sormak lazım.
Atatürk’ü arar hale gelen Ahmet Altan neden içeride tutulduğunu bilmiyor... “Mahpus” değil, “esir” olduğunu söylüyor. Hırsızlar tarafından esir alınmış...
Aynı zamanda cüretkâr!
Kuyruğu dik tutmasını takdirle karşılamak lazım...
Ona bu cüreti veren “duygu”yu anlıyorum... Mutlak bir dokunulmazlığa sahipseniz ve kendinizi her türlü “yasal erk”in üzerinde görüyorsanız bu şekilde konuşabilirsiniz.
Kimlerin savaşında tutsak alındığı muamma...
Herhalde “hırsızlar” diye kodladığı meşru hükümetle, biricik mesaisi hırsızlığı önlemek olan (kendisini bu şekilde lanse eden) illegal yapılanmanın savaşını kastediyor.
İllegal yapı kazansaydı (yani 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı) tutsak alınmayacaktı.
O halde yargılamaları yürüten erk (yargı erki) “hırsızların yancısı” oluyor.
Böyle mi anlamalıyız?
Şahin Alpay bu kadar cüretkâr değil... Dışarıdayken, “Ulan siz kim oluyorsunuz da, dünyanın en barışçı insanı Fetullah Gülen’i terör örgütünün lideri ilan ediyorsunuz?” diye meydan okuyordu.
15 Temmuz’dan sonra belli ki hayal kırıklığı yaşamış. “15 Temmuz yapılırken aldatılmışlık duygusu hissettim” diyor, “Böyle bir şeyle ilgileri olduğunu bilsem oralarda durmazdım. ‘Örgüt üyesisin’ diyorlar. Benim herhangi bir cemaatle örgütle ilgim olmaz. Hastaneye iki elim kelepçeli gidiyorum. İki kişi koluma giriyor, giderken aşağılanıyorum.”
Bunu samimi bir “iç dökme girişimi” saymalı...
Pişman olmuş, belli...