PKK ve HDP konusunda en isabetli yazıları, bu iki yapıyı da çok iyi tanıyan Kurtuluş Tayiz yazıyor.
Önce uzunca sayılabilecek bir alıntı: “PKK’nın ‘Kürtlerin temsilcisi’, ‘siyasi iradesi’ olduğu iddiası, 7 Haziran seçimlerinin ardından çöktü. PKK, aslında Kürtlerin ne siyasi iradesi, ne temsilcisidir; aksine bu örgüt, Kürtlerin siyasi iradesini zorla, şiddet yöntemiyle, terörle kısmen ele geçiren ve bunu korumaya çalışan bir yapılanmadır. Örgütün silahlı ve örgütsel varlığı, onu otomatik olarak Kürtlerin meşru temsilcisi kılmaz. Terör yöntemleriyle bir bölgeye hâkim olmak bir örgütü aktör haline getirebilir ancak bu durum, o örgütü Kürtlerin temsilcisi olarak tanımayı gerektirmez. / Çözüm süreci, aslında bir turnusol işlevi gördü; PKK’nın Kürtler adına yola çıkan ve Kürtler için mücadele veren bir örgüt olmadığı anlaşıldı. PKK, dış güçlerin de desteğiyle bu topraklarda egemenlik kurmaya ve bunu sağlamak için de Kürtlerin siyasi iradesini terörle gasp etmeye yönelen bir yapı...”
Kurtuluş Tayiz “PKK” diyor ama siz onu “HDP” anlayın.
İç içe iki yapı...
HDP, “meşru siyasete yöneldiğini” iddia ediyor ama biricik mesaisi terör örgütünü legalize etmek, terörü “meşru siyaset aracı” olarak benimsetmek.
Bu konuda entelektüel destek de buldular...
Malum “akademisyenler bildirisi”ni bu gözle okuyalım...
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeniden başlatılacak çözüm sürecinde PKK’yı bir aktör olarak görmediklerini, HDP’yi de asla muhatap almayacaklarını söyledi.
HDP’yi muhatap almamak, doğru ve yerinde bir karar mıdır?
Daha önce de yazmıştım... Özetleyerek aktarıyorum:
HDP, evet, son tahlilde bir “temsil”den geliyor, belli bir kitlenin desteğiyle yaşıyor, görünen o ki bir süre daha yaşayacak ama bu demek değil ki yürüttüğü siyaset meşrudur ve saygıdeğerdir.
Bu parti ve bu partide siyaset yapan arkadaşlar saygıyı hak etmiyor maalesef.
Ben saygı duymuyorum en azından...
Bir parti düşünün ki, siyaset üretmesin, yeni hiçbir şey söylemesin, parlamento çalışmalarını sabote etsin, teröre destek versin, hendek siyasetini benimsesin, “Kürt sorunu konusunda çözüm öneriniz nedir?” diye sorulduğunda sürekli İmralı’yı ve Kandil’i işaret etsin.
İmralı ve Kandil devreye sokulduğunda da, hasbelkader kurulmuş masayı devirip kaçsın.
Kendilerini “Türkiye partisi” olarak lanse etmişlerdi oysa...
Sadece Kürtlerden değil, Türklerden de oy istemişlerdi.
Bir sürü Kürt olmayan aday göstermişlerdi ve bazılarını milletvekili seçtirmişlerdi,
Dahası, “yasama faaliyetinin bir parçası olacaklarına namus ve şeref sözü” vermişlerdi.
Sonuç mu?
Kürtlerin ve Türklerin hukukunu gözeteceklerdi, terör örgütünün siyasi şubesine dönüştüler.
Demokratikleşmenin ve yeni anayasa sürecinin takipçisi olacaklardı, “PKK terörünün mazeret üreticisi”, hatta destekçisi haline geldiler.